ANA SAYFA



KİTAPLARIM


    KİME NE CEVAP VERECEKSİN


     KİME NE CEVAP VERECEKSİN

    10/02/2022

    Mahmut Toptaş

    Bir okurum, İslam’a sataşan bazı isimleri yazarak, bunlara cevap vermemi istiyor.

    Cevap veriyorum, sevgili peygamberimize kendi sağlığında yapılan hakaretlere karşı ne yapması gerektiği konusunda Rabbimiz onu uyarıyor:

    فَذَكِّرْ فَمَا أَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلَا مَجْنُونٍ

    “Sen nasihat et. Sen, Rabbinin nimetiyle kahin değilsin, deli de değilsin.” (Tur süresi ayet 52/29)

    Aldıkları eğitim gereği konuşan, içlerine doldurulanı kusan insanlara kustuklarını yutturmak da bize yakışmaz.

    Rabbimiz, “Sen nasihat et” diyor.

    Ya-Sin süresinde,

    فَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْ إِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ

    “Onların sözü seni üzmesin. Biz onların gizlediklerini de açıkladıklarını da biliriz.” Buyuruyor. (Ya-Sin süresi ayet 36/76)

    Biz her hakaretçiye cevapla vakit geçirmek yerine, yalanlarının hiç birini tekrarlayarak yayma tarafına gitmeyelim.

    Üç bin basan bir dergide İslam’a hakaret yazısı, ancak birkaç yüz kişi tarafından okunduğu, kimsenin haberinin olmadığı bir anda gazetelerde cevap vermek için onu yayanlarla da mücadele etmek gerekecek.

    Yapılan yanlışın doğrusunu yazmak en doğru yoldur.

    Ayette geçtiği gibi “Sen nasihat et/doğruyu hatırlat”

    Üç bin basan dergide o yazıyı yazanla tatlı bir dille, Musa aleyhisselamın, Firavunla konuştuğu ipek gibi yumşak, bal gibi tatlı, Kur’anın ifadesiyle “Kavli Leyyin” le doğrusunu anlatmak gerekir.

    Avrupa’ya Türk işçilerinin işlerini, ticaret erbabının sorunlarını çözmek için gönderilen bir konsolosumuzun durumunu bana anlatan dernek başkanı, “Binlerce işçimizin olduğu salonda, bir kandil programı yapılırken, Türkiye’den gelen güzel sesli iki müezzinimiz karşılıklı ezan okudular.

    Konsolosumuz bana eğildi ve “Çok güzel, bu nedir?” dedi.

    “Bu ezandır” dedim.

    “Ezan nedir?” dedi.

    Ben de anlattım.” Dedi.

    Ben inanmak istemeyince, o üst düzey görevli yemin etmek mecburiyetinde kaldı.

    Ben 1969 yılında Hakkari’de asker iken, bir Jandarma erine İhlas süresini ezberletirken Şehadet kelimesini de bilmediğini öğrenince “Hiç Ezan duymadığını” söylemişti.

    Yıllarca vaizlik yaptım “Vaiz” kelimesinin ne olduğunu bir Yüzbaşı, Bir bayan desinatör, bir de Avrupa’da bir Türk vatandaşını gördüm.

    Sayın Melih Aşık yazıyor:

     23.11.2006/Milliyet

    Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk bir kitabında şöyle bir cümle yazmış:
    "İmam ikindi namazı saatinde caminin balkonuna çıkarak ikindi ezanını okudu."

    Profesör İlber Ortaylı bu tek cümleyi analiz ediyor:
    "Bir kere namazın saati olmaz, vakti olur.

    Saat ayrı, vakit ayrı bir kavramdır.

    Camilerde balkon yoktur, minarenin şerefesi vardır.

    Ezanı da imam okumaz, müezzin okur, o da şerefeye çıkmaz, içeriden okur.

    Bu örnekle de sabittir ki, kişiler kendi içinden çıktıkları toplumu bilmeden bir şeyler yapmaya çalıştıklarında doğru şeyler yapmazlar, yapamazlar."

    Beni uyaran kardeşim, sen söyle bana,

    Ödülü alana ne diyeceğim ben?

    Ödülü verene ne diyeceğim ben?

    Biz, yine Rabbimizin, kelamına kulak verelim:

    وَإِنْ مَا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهُمْ أَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ

    “…Sana düşen, ancak tebliğ etmektir. Hesap (görmek de) bize aittir.” (Ra’d süresi ayet 13/40)

    İncimizin, mercanımızın, yakutumuzun üzerini, yapma, imitasyonla, sahtesiyle kapatmışlar, yıldızlarımızı karanlık düşüncelerinin katran karası, zehirli dumanlarıyla örtmüşler ve bu dünyaya doğanları da bu şartlara uygun ve kara dumanları dağıtanlara düşman olarak yetiştirmişler.

    Siz, bu zehirli karanlık düşünceleri dağıtıp ayı, güneşi, yıldızları, denizleri, taşları, kuşları, çiçekleri böcekleri yaratanın nurdan ayetlerini sunmaya devam ediniz.

    Onların doğuştan getirdikleri fıtrat dini, size bakmakta ve beklemektedir.