ÇAĞDAŞ ESARET KAMPI GENELEVLER
07/10/2019/Salı/Milligazete
Şimdi emekli olan emniyet komiseri,
İstanbulda bir ilçenin bir bölgesinde karakol amiri iken anlatmıştı:
Bir ilde görev yaparken Emniyet Müdürü beni
çağırdı ve Seni genelevden sorumlu yapacağım. Arkanda ben varım. Gerekeni yap
dedi.
Adı nedeniyle gönülsüz göreve başladım. İlk
işim çalışan kadınların hepsini teker teker yanıma çağırmak oldu. Onları
dinledim.
Orada esir hayatı yaşadıklarını, ayrılmak
istedikleri halde ayrılamadıklarını anlattılar.
Kanunlara göre ayrılmak isteyenler, bir
dilekçe verirlermiş.
Biri hariç hepsi dilekçeyi vermişler. Ama hiç
birinin dilekçesi vilayetteki komisyonun önüne çıkamamış ve kaybolmuş. Ben
aradım hiçbir şey yok.
Çıkmak isteyenlerden tekrar dilekçe aldım ve
hiçbir kimseden korkmamalarının garantisini de verdim.
Yine biri hariç, hepsinin dilekçesini
vilayete götürdüm, emniyet müdürümüz takip etti, kısa zamanda hepsi teşekkür
ederek gittiler.
Gidecek yeri olmayan, tek başına kalan, yaşlı
kadını da patron çıkardı, onu da huzur evine taşıdık ve böylece o günlerde
resmen açık ama fiilen kapalı kaldı.
İkinci iyi örnek:
İlminden, irfanından istifade ettiğim çok çok
değerli bir hocam anlattı: Suriyede orta, lise ve üniversiteyi resmi hocalardan
okurken, okul bittikten sonra öğretmenlik olup ders verirken de ben, diploması
olmayan medrese hocalarından ders almaya devam hep devam ettim.
O hocalarımdan biri hem çok iyi hoca idi ve de tarikat şeyhi
idi.
Devlet yöneticileri elini öperlerdi.
O hocam haftada bir gün geneleve giderdi.
Onun geleceği gün belli olduğundan hiçbir kadın
o gün çalışmazlardı.
Hocam, hepsinin adını bilirdi.
Sırayla dizilirler, o da hepsinin adını
söyleyerek hal-hatır sorar ve onlar için dualar ederek ayrılırdı.
Müritlerinden evlenmek isteyip te
evlenemeyenler, durumu hocama arzettiğinde, filan numarada filana git
anlaşabilirseniz mihriniz benden der ve evlendirirdi.
Gün geldi, genelevde bir tek kadın kalmadı.
Demişti.
Üçüncü üzücü örnek:
İstanbulun yaşayan en yaşlı yayıncılarından
olan dostum anlattı:
Bir şahitlik için Sultanahmet adliye binasına
gittim. İki saatten fazla bekledim.
Oturduğum kanapenin karşısındaki kanapeye iki
kadın geldi, oturdu.
Kıyafetleri ve makyajları daha önce görmediğim
bir halde idi.
Bana da bakıp bakıp gülüyorlardı. Neden
güldüklerini sorduğumda Hacı, haydi bizim bir çok günümüz buralarda geçer. Sen
ne aran burada? derler.
Ben şahitlik yapmaya geldim. Siz ne iş
yaparsınız? dedim, Hayat kadınıyız dediler.
İşinizden memnun musunuz? dedim, Bu akşam
kendi başımızı sokacak bir evimiz olsa ve karnımızı doyuracak yalnız ekmek olsa
o işi yapmayız dediler.
Hani, Mehmet Akif Ersoy merhumun fakir, hasta
ve ihtiyar olan Seyfi babanın halini tasvir ettikten sonra biraz para vermek
için kesenin ağzını açınca, boynu bükük mühürden başka bir şey göremeyince:
Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa
idi! dediği gibi bizim yayıncı da uzun zaman hayıflandı.
İkinci bir
evi besleyebilecek malım olsa idi ikisine de bakardım dedi.
Tenkit kolay.
Rabbimiz,
evlenmeye gücü yetmeyenlerin evlendirilmesi, Medinede genelevde cariyelerini
zorla çalıştıran münafıkların başı İbni Selül için onun şahsında kıyamete kadar gelecek insanlara
yasak olması için indirdiği ayeti okuyalım:
وَأَنْكِحُوا
الْأَيَامَى مِنْكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَإِمَائِكُمْ إِنْ
يَكُونُوا فُقَرَاءَ يُغْنِهِمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Sizden bekâr olanları, köle ve
cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler, Allah onları
kendi lütfundan zengin eder. Allah genişlik verendir, her şeyi bilendir.
وَلْيَسْتَعْفِفِ
الَّذِينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتَّى يُغْنِيَهُمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ
وَالَّذِينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ
إِنْ عَلِمْتُمْ فِيهِمْ خَيْرًا وَآَتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللَّهِ الَّذِي
آَتَاكُمْ وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ
تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَنْ يُكْرِهُّنَّ
فَإِنَّ اللَّهَ مِنْ بَعْدِ إِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَحِيمٌ
Evlenemeyenler, Allah onları kendi lütfundan
zengin edinceye kadar iffetli olsunlar. Ellerinizin altındakilerden mükâtebe yapmak isteyenlerden (çalışıp para
karşılığında hürriyetini isteyenlerden), eğer kendilerinde bir iyilik
görürseniz, mükâtebe akdi yapınız. Allah'ın size verdiği maldan onlara veriniz.
Dünya hayatının geçici malını elde etmek için namuslu kalmak isteyen
kızlarınızı (cariyelerinizi) fuhşa zorlamayın. Kim onları zorlarsa şüphesiz
Allah, o kadınların fuhşa zorlanmalarından sonra mağfiret ve rahmet sahibidir.
(Nur süresi ayet 24/32-33)
BİR GENELEV POLİSİNİN İTİRAFLARI başlığı
altında, 05 Şubat 2006 tarihli Sabah gazetesinde, Emrullah Erdinçin
araştırma mahsulü yazısında hala esaretin, zorbalığın, baskının devam
ettiğini göreceksiniz.
Köle ve cariye diye terceme edilen kelime
Feta kelimesinden çoğul yapılmış. Genç, yiğit manalarına gelir.
Tarihimizde çok güzel görevler yapan
Fütüvvet teşkilatına isim olmuştur.
Yani Rabbimiz bütün o kötü yola düşürülenlere
genç, yiğit kızlarınızı fuhşa zorlamayın diyor.
Yolu da gösteriyor: gücü yetmeyenleri
evlendirin.
Bu emrin bir ucu Devlet başkanına uzanır ve
faizsiz kredi verilmesini ister.
Köyün muhtarına ve ileri gelenlerine kadar
uzanır bu emir ve köyde İslama aykırı geleneklerin kaldırılmasını ister.
Valilere, Kaymakamlara, Emniyet
Müdürlerine, örnekte olduğu gibi isteseniz anında bu mekanlarda ki esarete
son verebilirsiniz ve ondan sonra bu duruma düşmemeleri için önleyici
tedbirler alabilirsiniz der.
Babalar ve annelere, Başlık parasıyla işi
zorlaştırmayın.
Babalar ve annelere, Düğün masrafını
kolaylaştırın. Der.
Ecdaddımızın kanadı kırık kuşları koruma
vakfı kurdukları, Boğazda temiz hava aldırma vakfı kurduklarını anlatarak
omuzlarını kabartanlar, onların yediği yemekler bizi doyurmadığı gibi
yaptıkları da bizim sorumluluğumuzu düşürmez.
Fakirlikten evlenemeyenler, zaruretten
hırsızlık yapma zorunda kalanlar, kötü yola düşen erkek ve kadınlar
.ın
elinden tutmak üzere siz, birkaç arkadaşla bu tür işlere bir el atsanız ya.
|