ANA SAYFA



KİTAPLARIM


    ŞAİRLER VE ŞİİRLERİ




    Bir yemek piştiğini görse bana da gönderirler diye ekmeğini hazırlayan, bir cenaze görse malını bana vasiyet etmiştir diyen, bir düğün şenliği görse yanılır da gelini benim eve getirirler diye evde bekleyen asalağın biri bir gün bir gurup insanı toplu halde giderlerken görür. Yemeğe gidiyorlardır diyerek arkalarına düşer. Padişahın huzuruna çıkarlar. Hepsi şairmiş. Şiirlerini okumuşlar ödüllerini almışlar. Asalağa “sende oku” demişler. “Ben şair değilim” demiş. “Öyle ise sen niçin geldin?” Asalak: “Cenabı hak Şuara suresi 26/224 inde “Şairlere azgınlar uyar” buyurmuş, işte ben onlara uyanlardanım” demiş.

    Cevap padişahın hoşuna gider ve şairlere verdiği hediyeden asalağa da verir. (Külliyat-ı Letaif, Faik Reşat, Kitabevi 1995 s: 453)

    Dünyanın en değerli müzesi olan Topkapı sarayında şerefle muhafaza edilen, Peygamberimizin hırkası “Kaside-i Bürde” yazarı şair Ka’b b. Züheyre (r.a.) hediye edilen hırkai şeriftir.

    Şuara suresinde 224-227 inci ayetlerde şairlerin yalancı olanlarına, her vadide şaşkın şaşkın dolaşanlarına uymamamız gerektiğini bize öğretir.

    Biz çağımızda mazlumlara mersiye, zalimlere methiye yazanları gördük. Ayçiçeğinin güneşin hareketine göre başını çevirdiği gibi, nice şair ve yazarlarımızın para ve güç karşısında insanlıklarını yitirdiğini gördük.

    Sağan ve soldan yalpalayan, güç odaklarına göre dil kılıcını kullanan Türk şairlerinin çocuklarını düşünerek kötü örnekleri Arap edebiyanın zirvelerinden olan Mütenebbiden örnek vermek istedim.

    Vechi şebehi ve teşbih edatı belirtilmeyen Teşbihi beliğ’a örnek olarak verilen şu şiirinde Mütenebbi, Mısır sultanı Kâfur’u överken “Senin sevgin bana yeter. Senin sevgine kavuştuğumda malın hiçbir değeri yoktur. Çünkü toprak üzerindeki her şey topraktır” anlamında şöyle der:

    İza niltü minke el-vüdde fel-malü heyyinün

    Ve küllüllezi fevkattürabi türabü

    (Ali el Carim, el Belağatül Vadıha Sayfa 25)



    Mütenebbi, kölelikten sultanlığa yükselen Kâfur’dan Caize/ödül alamayınca onu kötülemeye başlar ve “Mısır’ın koruyucusu olan eşrafı yemeye içmeye düşkün olmalarından çok yediklerinden uyuşunca tilki gibi şerli, hilekar Kâfur gibi köleler, şehri yediler, bağların üzümlerini bitirdiler” anlamına gelen ve İstiare-i tasrihıyyeye örnek olan şu şiirinde de Kâfur’u kötülemekte:

    Nâmet nevâtıyru Mısrın an seâliybihâ

    Ve kad beşimne ve ma tefnâ el-anâkıydü

    (el Belağatül Vadıha Sayfa 92)



    Mütenebbi, Kâfur’dan caize alamayınca hicvetmeye devam ediyor ve onun köleliğini başına kakıyor ve “Bütün köleler de hayır yoktur. Pisliktirler. Bir köle aldığında elinden sopa eksik olmasın. Başka türlü yola gelmezler” anlamında söylenen ve Meâni’den Nehye örnek olarak verilen şu şiiriyle yine Kâfur’u hicvetmekte:

    Lâ teşteri-l- abde illâ ve-l-asâ meahü

    İnne-l abide le encâsün menâkidü.

    (Ali el Carim, el Belağatül Vadıha Sayfa 25)

    Rabbimiz, şairlerin iman edenlerini, işlerini en güzel şekilde yapanlarını Şuara/Şairler suresinde övüyor.

    Şair sahabe Abdullah b. Ravaha (r.a.) için Peygamberimiz: “Kardeşiniz boş ve kötü söz söylemez” buyurmuş. (Buhari, K. Teheccüd)

    Sevgili peygambermiz, Hasan b. Sabitin yazdığı şiirleri camide okutmuş.

    Mehmet Akif’in öğretmenler için:

    “Muallimim, diyen olmak gerektir imanlı

    Edepli sonra liyakatlı, sonra vicdanlı” dediği gibi şairlerinde imanlı, edepli, vicdanlı ve liyakatli olması gerekir.

    Arapça da sevgilinin zülfünün bir teline şa’r denir. Ş harfinin önüne a harfi getirirseniz zülfünün teli olur. İ harfi getirirseniz şiir olur. U harfi getirirseniz şuur olur.

    Şair kılı kırk yaran, kırk parçadan bir beyit ören şuurlu adamdır.

    Arapça da “beyit” ev anlamındadır.

    Şairin birinin evi yanmış, çok önem verdiği bir beyitlik şiiri de yanmış. “Keşke beyitim (Şiirim) yanacağına beytim (evim) yansaydı” demiş.

    Yahya Kemal, Edirne’deki Selimiye camiini yaptıran ikinci Selim’in

    “Biz, Bülbül-i muhri dem-i firakız.

    Ateş kesilir geçse saba gülşenimizden” şiirini duyduğunda “Selimiye camisini yapmak kadar zordur böyle bir beyit söylemek” demiş.

    Yahya Kemal’e nispet edilen bu söz belkide Koca Rağıp Paşanın:

    “Eğer maksut eserse mısra-ı berceste kafidir.

    Acep hayretteyim ben seddi İskender hususunda:”

    Yani: “Eğer gaye, hedef bir eser meydana getirmekse mısra-ı berceste/ güzel bir mısra bile yeterli. Çünkü İskenderin yaptığı o ünlü seddin yerinde yeller eser” sözünden ilhamla söylenmiş olabilir.

    Şiirin şelale gibi akanını, gül yapraklarına çiy damlaları bırakan seher yeli gibi serinletenini, volkan gibi fışkırıp yakanını severim.

    Hoyrat bir elin mızrabı eline alıp saz aleti olan “Kanun”un tellerini kırdığı gibi ehil olmayanlara yönetimin telleri olan kanun teslim edilirse ülke kanununun çok telinin kırılacağını şair:

    “Çok tel kırılır sine-i Kanun-ı cihanda

    Nâ ehline mızrab-ı tasarruf verilirse” çok güzel ifade edivermiş.