KÜLTÜR MÜSLÜMANLARINA DA
ACIYIN
Sözün özünü Nef’i söylemiş:
“Tûti-i mu’cize-gûyem ne desem
lâf değil
Çerh ile söyleşemem âyinesi
sâf değil” beytiyle başlayan şiirinde sözlerini Allah’ın ilhamıyla yazdığını,
onun için laf ebelerinin böyle bir söz söyleme imkanı olmadığını, ilhamla
olduğundan Allah’ın yarattığı çarkı feleklerle işinin olmadığını anlatmaya
çalışmış.
1575-1635 yılları arasında
yaşayan Nef’i bu şiirini yazdığında birbirini tanıyan ehli dil, bu dili
anlıyordu.
Bu özlü sözü, halk tarafından
da bilinmesi için Buhuri Zade Mustafa Itrı Efendi (1630-1711) Segah makamında
bestelemiş ve yaygınlaşmış.
Günümüzde Zeki Müren, Bülent
Ersoy, Müzeyyen Senar, Tarkan, Barış Manço, Alaaddin Yavaşca...gibi sahasında
dev sanatçıların okuduğu bu sözlerin her biri, tarihin derinliklerinden
acı-tatlı nice hikayeleri, hakikatleri, efsaneleri taşır ama müziğin ahengiyle
dinleyenler, sözlerden hiç bir şey anlamazlar.
Olsun, anlamadan dinlemek de
güzel ama ya anlayarak dinlense...
Müfessir Hamdi Yazır efendinin
kardeşi Hattat Mahmut Bedreddin Yazır (1895-19529) anlatıyor:
“Birinci Cihan Harbinde
askerlik münasebetiyle tanıştığım Macaristanlı ressam ve subay bir arkadaşım
vardı, ara sıra İstanbul camilerini, müze ve kütüphanelerini birlikte gezer,
her çeşit sanat eserlerini ziyaret ve tedkik ederdik.
Bir gün Sultanahmet camiindeki
Melek Paşazade Ali Haydar Bey merhumun Ta’lik celisi “el-Kâsibü Habibullah”
levhası önünde bulunuyorduk. Arkadaşım ona baktı da sonra bana dönerek:
“Dostum! Bu sizin yazılarda
bir hâl var. Çok dikkat ediyorum, ilk bakışta sade bir renk, geometrik bir
sessizlik, baktıkça harekete geliyor, canlanıyor, cilveleniyor.
Önce bir tatlı bakış,
arkasından yavaş yavaş içe süzülen canlı bir akış, sessiz bir armoni içinde
ruhu oynatan metafizik bir musiki var.
Lakin ondaki ahengi kulaklar
duymuyor, içler dinliyor, dinledikçe bir başka aleme yükseliyor. Bakarken ne
oluyor anlamıyorum, içimi içine çeken büyüleyici bir çehre, bir güzellik
denizi, sevimli titreşimlerle gönlümü ferahlatan bir hava, derken bir melek sesi
ve nefesi kadar gizli ve ılık bir okşayış ve sarılış içinde kalıyorum; o, ben;
ben o oluyoruz gibi bir şey oluyor, sizde de böyle şeyler olur mu?” demişti.
(Devlet-i Aliyyeden Günümüze Hat Sanatı, Dr. Süleyman Berk, Sayfa 4, İnkılâb
Yayınevi, 2013, İstanbul)
Macar ressam ve subay olan bu zat,
sözün manasına değil, çizgilerin akışına, içine bakışına hayran.
Olsun, çeşmede kurnaya,
düğünde zurnaya aşık olanlar da bir gün akan su ile bakan ve yürekler yakana da
aşık olabilirler ama bu, dolambaçlı yol.
Merhum Mimar ve gönül adamı
Ömer Kirazoğlu ile beş gün ve gece Mina ve Arafat’ta bir kaç arkadaşla beraber
kaldık.
Mina’daki bir sohbette
anlatmıştı, “12 Mart Muhtırasının ardından Türkiye’ye gelen NATO Genel
Sekreteri, İstanbul’un tarihi yerlerini gezmek istemiş.
Birinci Ordu Komutanı beni
aradı ve tarihi eserler hakkında ve hat eserlerini okumada bize yardımcı
olursun diye beni evimden aldı ve birlikte gezdik.
Camilerden birinde Celi
Sülüsle yazılmış bir hadisin anlamının, “Kendisi için severek istediğini kardeşi
içinde istemedikçe sizden hiç biriniz gerçek mümin olamaz” olduğunu söyledim.
Manayı tekrarlamamı istedi, yeniden manayı tekrarladım.
Bunun üzeri NATO Genel
Sekreteri, “Eğer bu söz batıdan birine ait olsaydı bütün dünyaya duyurulmuş
olurdu” dedi.
Bu da söze aşık olmuş ama
bölgeciliği, ırkçılığı haça tapınma taassubu, gönlünü gemlemiş, anlayışının
önüne geçmiş.
Manevi makamlarda yükselmeden,
Kur’an’dan bir konuyu enine boyuna öğrenmeden müziğin makamlarında yükselmeye
çalışarak tebliğ yaptığını zannedenler, kendilerini aldatırlar.
Yazdığı ayet veya hadisin
manasını öğrenmeden hattatlık yapanlar, hat sanatının doğuşunu bilmeyenlerdir.
Halkın herkesimi tarafından bilinmesi
istenen ayetlerin cami kapılarının üstüne yazılması, caminin duvarlarına
yazılıp asılması, evlerde, saraylarda, çadırlarda köşeye insanı uyaracak
hadislerin yazılması halkın irşadı içindi.
Şimdi ise bu yazıların
hattında kalıp özüne ulaşmadan ömrümüz geçip gidiyor.
“Ben dinsizim, sadece dinsiz
değil, agnostiğim, ben kültürel Müslümanım” diyenler de bunu demeye devam
etsinler ama bunlara yakın duranlar, kurnanın başında susuzluktan ölmelerine,
zurnanın yanında kulak zarlarının patlamasına, İslam’ın meyvesi olan
medeniyetin kültür kabuğunda kurumalarına izin vermesinler.
Kaynağı göstersinler, Kur’an
ve Sünnetten kana kana birlikte içsinler de çağımızda yeniden medeniyetin ne
olduğunu cümle aleme göstersinler.