GÖREVİMİZLE MEŞGUL OLALIM
Kur’an-i Kerimde 64 defa “İman eden” veya “İman edenler” kelimelerinden
sonra “Amel-i salih” kelimesi
getirilmiş.
Yani, önce iman, sonra o imanın gereği olan amel-i salih olması gerekir.
İman eden kişinin içindeki iman, dışında görülmüyorsa iman kemale
ermemiştir.
O insanın hayatında olumlu yönde değişim olmuyorsa iman zayıf demektir.
Kişi, inandığı gibi yaşamadıkça imanının meyvesini yiyemez.
Asıl adı Uveymir olan, Ensarın Hazrec kabilesinden, yiğit sahabelerden
meşhur Ebudderda diyor ki, “Siz, ancak amellerinizle harp edebilirsiniz”
Buhari Sahihinde, Cihad
kitabında Ebudderda’nın bu sözünü bölüm başlığı yapmış ve arkasından,
“Ey
iman edenler yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?
Yapmayacağınız
şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.
Şüphesiz
Allah, kendi yolunda, birbirine kurşunla kaynaştırılmış bir binanın (tuğlaları) gibi, saf bağlayarak
savaşanları sever.” Ayetlerini verir. (Saff
süresi ayet 2-4)
Bu
ayetin arkasından şu hadisi rivayet eder: “Sevgili peygamberimize tepeden
tırnağa zırhlı bir adamın (Uhud harbi sırasında) gelerek “Ya rasülellah, önce
iman edip sonar savaşa mı gireyim yoksa önce savaş edip arkasından iman mı
edeyim” diye sorar.
Sevgili
peygamberimiz “Önce Müslüman ol sonra savaş” dedi. O da Müslüman oldu, savaşa
girdi ve biraz sonra öldürüldü.. Sevgili peygamberimiz “Az amel işledi çok
sevap aldı” buyurdu. (Buhari, sahih, Cihad Bab 13)
Fars
imparatorluğunun en ünlü komutanı Zal oğlu Rustem, Kadisiye meydan
muharebesinde karşılaştığı Müslümanları önce hafife almış ve “Ülkelerini
koruduğumuz, karınlarını doyurduğumuz bu baldırı çıplaklara söyleyin, evlerine
dönsünler, biz yardıma devam edelim, ülkemize ticaret ve seyahat vizesini
verelim, canlarını onlara bağışlayalım” der.
Teklifi
okuyunca Avrupa Birliğinin bize söylediklerinin biraz daha insaflı olduğunu
gördüm.
Onlar
Kabul etmezler.
Ajanları
aracılığıyla Müslümanlar hakkında bilgi
toplayınca Arapların eski arap olmadığını anlar.
Geceleri
namaz kılan, gündüzleri oruç tutan, kılıcın üzerine yürürken sevgilisine
kavuşuyormuş gibi giden insanlar olduğunu öğrenince elçi ister.
Elçilerin
sözleri de onu çok etkiler ve İran Kisrasına “Biz, bu adamlarla başa çıkamayız”
der ve Barış yapıp cizye ödemeyi kabul etmesini teklif eder.
Rüstem
değerli bir komutan, işin nereye varacağını anlamış, teklifi kabul edilmeyince
savaş olmuş ve Fars imparatorluğu tamamen Müslümanların eline geçmiş.
Irak,
Suriye, Filistin, Çat, Nijerya, Somali, Çeçenistan, Afganistan.... gibi
yerlerde batının ürettiği en öldürücü silahlara karşı can, kan ve imanından
başka bir şeyi olmayanların başarısı işte buradan gelir.
Bir adam Abdullah bin Ömer’in huzuruna gelmiş ve “Allah, cennet karşılığında mü'minlerden canlarını ve mallarını satın
almıştır. Allah yolunda harp ederler, öldürürler, öldürülürler. Tevrat, İncil
ve Kur'an’da hak olarak yaptığı bir (cennet) va'didir. Allah’tan daha
çok sözünü kim yerine getirir? O halde onunla yaptığınız bu alışverişte
sevinin. İşte büyük başarı budur.” (Tevbe süresi ayet 111) ayetini ima ederek
“Ben nefsimi Allaha satmak istiyorum” demiş. Abdullah da “Yazık, hani şartları”
dedikten sonra “Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İlim, cihad,
sıla, Hac, Umre için) seyahat edenler, (oruç tutanlar) rukü edenler, secde edenler, iyiliği emr
edenler, kötülüğü engelleyenler, Allah'ın sınırlarını koruyanlar, (işte bu)
mü'minleri müjdele.” Ayetini okumuş. (Tevbe süresi ayet 112) (İbnül Esir,
Cami’ül Usul, hadis no 1062)
Namazımızı,
orucumuzu, Haccımızı, Allah’ın koyduğu hukuku, Kur’an’da bildirilen emir ve
yasakları bilip onların hakkını vererek yerine getirmek ve onu yerine
getirirken “Hayır, Allah’ın dediği değil, benim koyduğum kurallara uyacaksınız”
diyenlere de haddini bildirmek gücü yeten her Müslümanın görevidir.
Görevimizle
meşgul olalım.