ŞİKAYET DEĞİL HİZMET
Yangın yerinin otları
daha gümrah olur.
Dünya genelinde biz
Müslümanlar, yangın yerinde biten otlar gibiyiz.
İslam’ı temsil konusunda
sevgili peygamberimizin binlerce örnek hayatından bir veya bir kaç tanesine
sıkı sıkıya sarılmışız ve onunla seviniyoruz.
Buna da şükredelim.
Ya o da olmasaydı ne
olurdu halimiz?
Yangın çıkaranlarla
onlara sebep olanları tartışmanın ve geçmişe ağıt yazmanın ve yakmanın faydası
yok.
Biz, bu günün
Müslümanlarıyız ve bu günden sorumluyuz.
Peygamberimizin binlerce
örnek hayatından bir kaç tanesini temsil eden diğer Müslümanlardan da şikayetçi
olmayalım.
Hepimizin yaptıklarını
toplarsak biraz ona yaklaşabiliriz.
Görevimizi hakkıyla
yerine getirmeye çalışırsak kimseden şikayet etmediğimiz gibi Allahtan başka
kimseye de şikayetimiz olmaz bizim.
Sevgili peygamberimizin
hanımı Hazreti Hatice vefat etmiş.
Mekke halkı ve
parlamentosu tarafından hatırı sayılır Ebu Talib, yeğeni olan sevgili
peygamberimizi kafirlere karşı korurken o da vefat emiş.
Müşriklerin baskısı
doruk noktasına ulaşmış.
Onu öldürmek, hapsetmek
veya sürgüne göndermek konusunda tartışmalar başlamış.
Böyle bir ortamda
sevgili peygamberimiz kendisine bir sığınak aramaya başlamış.
Cahiliye dönemi
usullerine göre hacca gelen müşriklere durumunu bildiriyor ve sığınma talebinde
bulunuyor.
Onlar da Mekke
müşriklerinden çekinmeleri, Mekke’nin kabul etmediğini neden kabul edeceklerini
bahane ederek isteğini reddediyorlardı.
İşte böyle bir zamanda
Taif seferine çıkıyor, Sakif kabilesinin ileri gelenlerine durumu arz ediyor.
Onlar da Alemlere rahmet
olarak gönderilen sevgili peygamberimizi taşlamaya başlıyorlar.
Dünyadaki bütün Cumhurbaşkanları,
Başbakanları, kralları, şahları, padişahları toplasanız, bir dibekte dövseniz
hepsi Onun kesilmiş tırnağına denk değilken Onu taşladılar.
Bakırköy hastahanesinde
kendine derman olan ilaç şişesini kıran deliler gibi saldırdılar Ona.
O, şehirden çıkıp bir
üzüm asmasının altında dinlenirken yaptığı bir dua vardır.
O dua şu günlerde bizim
derdimize ilaç gibidir.
“Allah’ım, gücümün zayıflığını, çaremin
azlığını ve beni aşağılamalarını sana şikayet ediyorum.”
Dikkat ediniz, o hasta
ruhlu Taif’lilerden şikayet etmiyor.
Kendi kuvvetinin
azlığından, çare üretemediğinden şikayet ediyor.
Rabbimizden de şikayetçi
değil ve şöyle devam ediyor:
“Ey
merhametlilerin en merhametlisi... Beni kime bırakıyorsun?
Bana
acımayan asık suratlı, keskin dilli düşmana mı, yoksa işimi kendilerine
bıraktığın yakınlarıma mı?
Eğer
sen bana gücenmezsen, ben bunların yaptıklarına aldırmam.”
Yaptığı tebliğde Allahın
rızasını/Hoşnutluğunu bekleyen, atılan taşlardan, akan kanından da yine
Rabbinin rızasını bekleyen sevgili peygamberimizin tek endişesi kafirlerin yaptıkları
ve yapacakları değil, Rabbin rızası ve onun gücenmemesidir.
“Senin
bana verdiğin afiyet, benim için en büyük zenginliktir.
Senin gazabıyın bana gelmesinden, gücenmeyin
benim üzerime inmesinden gökleri ve yeri aydınlatan, karanlıkları nurlandıran,
dünya ve ahiret işlerini düzenleyen değerli vechiyin (zatıyın) nuruna sığınırım
ben.”
Allah’ın gazabının
üzerimize gelmemesi için iki dünyamızı düzenleyen ve aydınlatan kitabı olan Kur’ana
göre hareket etmemize dikkatimizi çekiyor.
“Sen, benden razı oluncaya kadar ben rızanı
kazanmak için çalışmaya devam edeceğim. Senden başka güç ve kuvvet yoktur.” (İbni Hişam,
Siret, 1/419, Taberani, Kebir, hadis no 13655)
Kimseden şikayet etmeden
Allah’ın kitabını Rasülünün anldığı ve uyguladığı şekliyle yaşamaya devam.
Böyle bir Müslümanı
dünyada durduracak güç yoktur.
Başka güçlerden şikayet
o güçlere güç katmaktan başka işe yaramaz.