ANA SAYFA



KİTAPLARIM


    10.06.2014


    KANLI GÖMLEK GİYİCİ

    Çocukluğumuzda İlkbahar ve Sonbaharda sokak oyunlarımızı oynarken güneşin ısısı sırtımıza vurduğunda dilimizin bala değişi gibi güneş tat verirdi.

    Dinlenirken, biri gelir oturanın güneşini engeller ve gölgesini oturanın üzerine karabasan gibi seriverdiğinde oturan:

    “Güneşimde durucu

    Kanlı gömlek giyici

    Yarın bürgün ölücü” derdi.

    Okuduğunuz gibi söylemezdi, biraz musiki katar na’meli ve ahenkli söylerdi.

    Hayatımız boyunca, kimsenin güneşine, havasına, ekmeğine, işine, aşına engel olmamaya dikkat edelim.

    Bir dairenin amiri, makama girerken, kapıda, asansörde, koridorlarda memurlar kaçışıyorlarsa, o dairede işler yürümüyor demektir.

    Fabrikanın müdürü gelirken herkes sıraya diziliyor, gülücükler kusuyorlarsa, işler kötüye gidiyor un işaretidir.

    Mahallenin zıpırı, sokağa girerken sakinlerde bir kasılma oluyorsa, zıpıra saygı sunuluyorsa sıkıntı var demektir.

    Basın tetikçileriyle iş yapanlar, işadamlarını, siyasileri, sanatçıları sırıtkan hale getirenler, kendi hapishanelerini kendi elleriyle ördüklerinden kendi suratlarını halktan gizleyerek yaşamaya mahkum olurlar.

    Önünde kuyruk sallayanlar, arkasından yumruk sıkanlar çoğaldıkça zıpırın, amirin, müdürün, patronun, siyasinin, hakimin, basıncının ayağının altındaki toprak kayıyor demektir.

    Sevgili peygamberimiz o türden insanların yani, baskıyla saygı duyuranların Allah katında en şerli insanlar olduğunu söylüyor:

    Hazreti Aişe anamız (Allah ondan razı olsun) anlatıyor: “Bir adam, peygamberin yanına girmek için izin istedi. Peygamberimiz “Kabilesinin en kötü çocuğuna izin verin” dedi.

    Adam girince peygamber, (Alleyhissalatü vesselam) ona çok nazik davrandı, sözünün en yumuşaklarıyla konuştu.

    Ben: “Ya rasülelllah, biraz önce onun hakkında dediğini dedin, sonra ona dilini gayet yumuşak kullandın” dedim.

    “Aişe, Allah katında derecesi en şerli olanlar, insanların onun ahlaksızlığından korktuğu için onu terk etmesi ve onu bırakmasıdır.” Dedi”  (Buhari, Sahih, K. Edeb, bab’ül Müdarat)

    Kötülük yaparak saygı gösterileri yaptırana yapılan bu saygının adına Arapça ‘da “Müdarat” denir.

    Buhari’nin bu babında ashabı kiramdan Ebudderda’nın “Biz, şerli insanların zararından emin olmak için yüzlerine sırıtırdık” diyor.

    Mürada edene günah yoktur.

    Hatta ilk inen sürelerden olan Müzzemmil süresinin onuncu ayetinde Rabbimiz, “(Müşriklerin) Söylediklerine sab­ret. Onlardan güzellikle ay­rıl.” Buyurmuş.

    Ama günümüzde alçak sayısı o kadar çoğalmış ki insanların ömrü temenna ile, sırıtma ile geçiyor.

    Mehmet Akif Ersoy merhum bile bu tür insanların çokluğu nedeniyle bakın ne diyor:

    Âlemde edânîye müdârâdan usandım

    Nâ-hak yere takdîr ile gavgâdan usandım

    İkbâl etek öpmekle müyesser olacakmış

    Ben öyle rezîlâne temennâdan usandım”

    Birileri, sizin onun makamına, işine, aşına, namusuna, terfisine, hizmetine engel olur diyerek size saygı gösterisi olarak sırıtıyorsa, alkışlıyorsa, “Allah uzun ömürler versin, beni de duadan mahrum bırakma” diyorsa kendi kuyunuzu kendiniz kazıyorsunuz demektir.

    Kuyuya düşünce başınıza ilk taşı en sırıtkan adamınız atacaktır.

    Şeyh Sadi Şirazi Gülistan isimli eserinde zalim bir adamın bir dervişe taş atıp dalga geçtiğini, bir gün gelip o zalimin bir kuyuya hapsedildiğini, dervişin o kuyunun başına varıp taşı zalimin kafasına attığında “Kim o benim başıma taş atan?” diye sorduğunda, derviş “Taşı atan sensin. Filan yerde benimle dalga geçmek için attığın o taş şimdi senin başına düştü” der.

    Özetle, başımıza gelen her kötülükte kabahati kendimizde bulalım ve “Kendim ettim kendim buldum” diyelim ve ders alıp her kötülüğü iyilikle değiştirelim.