ÇARESİZLİK
Apartmanların
gün görmeyen bodrumlarında, gecekonduların yıkık dökük odalarında yaşayan,
karnını doyuracak ekmek bulamadığı için hırsızlıktan başka çare bulamayan
insanların eli kelepçeli götürülüşleri yürekten yaralar beni.
Bir
şekilde yanıltılan, kandırılan, haram yoldan hamile kalan, yakınlarına
söyleyemeyen, evine doğurduğu çocuğu götüremeyen kadınların çocuğunu cami
avlusuna bırakması haberi de yaralar beni.
Bir
tarafta gecekondusuna gölge eden, güneşinde duran gökdelenlerin dibinde yoksulluktan
yok olup giden kadınlar ve erkekler, öbür tarafta çok yemekten, göbeği yağ
bağlamaktan, zayıflama merkezlerinde otuz yılda üç ton yağını aldırıp yeniden
yağ bağlayanlar.
Dün,
Topkapı Panorama 1453 ün önüne bir kız çocuğu bırakılmış.
Durun,
“Vicdansız kadıııııın” demeyin.
Kadını
tanıyor musunuz?
Şartlarını
biliyor musunuz?
Ben,
kıza acıdığımdan fazla onu bırakan anneye acıdım ve gözyaşları döktüm.
Sevecen
bir kadın polisin kucağında o yavrucağın biraz sonra karnı doyar, altı
temizlenirse keyfi yerine gelir ama onu bırakan ananın yüreğinin yangınlarını
hangi itfaiye veya hangi denizin suyu söndürebilir?
Zenginlik
içinde de, fakirlik içinde de yaşayabilen çaresizliğin ne demek olduğunu bilir misiniz siz?
İnsan
denizinin içine düşmüşsünüz ama sarılacak yılanlara bile yer vermemiş
çevrenizdekiler.
Tepenize
vuran binlerce kol arasından tutunacak bir dal bile koymamışlar hepsini
kırmışlar.
Eli
ayağı bağlı kurbanlık gibi, kapitalizme kurban edilenlerin çaresizliğini bilir
misiniz?
Uyuşturucu
baronlarının villasının yakınlarına emniyet güçleri yaklaşamazken 400 polisle
sabaha yakın, mahallesi sarılan, havadan helikopterle izlenen garibanlar
mahallesinde, 20 gram uyuşturucu bulundu haberi de yakar benim yüreğimi.
Bir
kaç baronu takiple bu işi kökünden kurutmak mümkinken, binlerce garibanın evine
gece baskınları yapıp çoluk-çocuk hepsini rahatsız etmek neyin nesi.
Eskiden
cami avlusuna bırakılan çocuklar bu günlerde başka mekanlara bırakılmaya başlandı.
Ne
oldu? Camilerde merhamet kırıntısı bulunan cemaatlerin olduğu vakitlerde cami
avlusuna bırakılırdı istenmeyen çocuklar. Şimdi o merhamet kırıntısı da mı kalmadı.
O
gariban kadınımız, cami kelimesini duymadan yetiştirildiğinden mi cami avlusu
hatırına gelmedi?
Yoksa
camilere güvenlik görevlisi konulduğundan mı avluya bırakılmıyor?
Keşke
cami avlusuna bıraksalar çocuklarını,
Güvenlik
görevlisi kadını gördüğü halde görmezden gelse,
Onu
polise teslim etmese,
Çocuğu
hemen korumaya aldığı gibi kadını takibe alsa, evini öğrense, polise haber
veremeden derdine derman olsa.
Çocuğu
yetiştirecek bir kuruma teslim etseler ve o anne de emzirici anne olarak kendi
kızını her gün emzirip gitse ve devlet bu işi bilmese, yalnız güvenlikçi ile o
kadın bilse.
Babasının
dinine düşman edilen generaller, gazeteciler, Anadolu’nun gariban Müslüman
ailelerinin çocuklarıdırlar.
Önce
kullanılırlar, sonra atılırlar.
Attıranlar,
sattıranlar, soyduranlar.
Onların
hesabı bu dünyada görülemez.
Bu
güne kadar görülemedi.
Amerika’da
kendini satmaktan başka karnını doyuracak imkan bulamayanları o hale getirenler
özgürlük savaşçısı olarak ödüllendiriliyorlar.
Otuz
yılda otuz bin Müslümanı öldüren Saddam zalimini cezalandırmak için gelip bir
buçuk milyon Müslümanı öldürenler demokrasi madalyasıyla taltif ediliyorlar.
Ve
biz, hala bizi “Biz” leyenlerden, derman olsun diye kanunlar, değerler ve
ahlaksızlık kuralları ithal etmeye devam ediyoruz.