POLİTİKANIN
KARİKATÜRÜ
1919
yıllarında batıdan ithal edilen Makyavelist politikanın resmini Mehmet Akif
Ersoy merhum manzum olarak çizmiş.
05
Kasım 2013 tarihinde Sayın Yılmaz Özdil, Sarıgül başlığı altında nesir halinde
aynı politikanın karikatürünü çizivermiş.
Buyurun,
Akifin dilinden batı kökenli Makyavelist politika:
Ömerin işte, Hocam, çizdiği meslek
buydu.
Lâkin akvâline efâli bi-hakkın uydu.
Sallanan çünkü kılıçlardı; ne kuyruk, ne kavuk!
Öyle
bir devr-i şehâmette kolaydır ululuk.
Senin
etrâfını alsın ki yığınlarca sefîl,
Kimi
idmanlı edebsiz, kim talimli rezîl.
Kiminin
fıtratı âzâde hayâ kaydından;
Kiminin
iffeti ikbâline etten kalkan.
O
kumarbaz, bu harâmî, şunu dersen, ayyâş,
Sonra
mecmûu müzevvir, mütebasbıs, kallâş...
Bu
muhîtin bakalım şimdi içinden çıkabil;
Ne
yaparsın? Ömer olsan, yine hâlin müşkil.
Uğramaz
doğru adam semtine, lâkin, heyhat,
Gece
gündüz seni ıdlâle müvekkel haşerat!
Kulağın
hak söze artık ebediyyen hasret;
Kustuğun
herze: Ya hikmet, ya büyük bir nimet!
Yutan
olmazsa dedin, öyle mi? Beyhûde merak;
Dalkavuklar
onu hazmetmeye candan müştak!
Geyirirsin
herifin burnuna, oh, der, ne nefîs!
Aksırırsın,
vay efendim, bu ne âheng-i selîs!
Tükürürsün
o mülevves yüze hak tû! diyerek;
Sırıtır:
«Sorma, samîmiyyetimiz pek yüksek.
İçiyorsan,
sofu, sarhoş sana herkes sâkî...
İşretin
hurmeti hâlâ mı? O sizler bâkî!
Irza
düşmansan eğer, âileler hep mahrem...
Ne
büyük vahşet esâsen bu selâmlıkla harem!
Bir
muhâlif hava yok, dinlediğin aynı sadâ:
«Zât-ı
sâmînize millet de, hükûmet de fedâ.»
Menfaattir
seni tehdîd edecek tek mevcûd,
Çünkü
çıksan da nebîyim diye, hasmın mabûd!
Sofusun
farz edelim, şimdi de boy boy tesbîh...
Dalkavuklar
bütün insan kesilir lâ-teşbîh!
Taylâsan,
cübbe, kavuk, hırka, hep esbâb-ı riyâ,
Dış
yüzünden Ömerin devri muhîtin gûyâ.
Kimi
sâim, kimi kàim, o tavanlar, yerler,
«Kul
hüvallâhu ehad» zemzemesinden inler.
Sen
bu coşkunluğa istersen inan, hepsi yalan,
«Hüve»nin
mercii artık, ne «ehad»dir, ne filân.
Çünkü
mâdem yürüyen sâde senin saltanatın,
Şimdilik
heykeli sensin tapılan mefaatın.
Kanma,
hey kukla kıyâfetli adam, hey sersem,
Herifin
ağzı «samed», midesi yüzlerce «sanem!»
Sen
de bir tekmede buldun mu, nihâyet, yerini,
Ne
kılıktaysa gelen, hepsi hüviyyetlerini,
Aynı
mâhiyyete aktarma ederler çabucak.
Sana
her gün sekiz on kerre söverler mutlak.
Hani
dillerde gezen nâmın, o hiçten şerefin?
Ne
de sağlammış, evet, anlasın aptal halefin:
Âh
efendim, o ne hayvan, o nasıl merkepti!
En
hayır-hâhı idik, bizleri hattâ tepti.
Bu
hayâ der, bu edeb der, verir evhâma vücud;
Bilmez
aptal ki değil hiçbiri zâten mevcud.
Din,
vatan, âile, millet, ebediyyet, vicdan,
Sonra
haysiyyet-i zâtiyye, şeref, şöhret, şan,
Daha
bir hayli hurâfâta herîf olmuş esîr.
Sarmısak
beynine etmez ki hakàik tesîr.
Böyle
Ankà gibi medlûlü yok esmâya kanar;
Adamın
sabrı tükenmek değil, esmâsı yanar.
Kız,
kadın hepsi haremlerde bütün gün mahbûs,
Şu
telâkkîye bakın, en kötü vahşet: Nâmûs!
Herifin
sofrada şampanyası hâlâ: Ayran,
Bâri
yirminci asırdan sıkıl artık, hayvan!
İçelim
sıhhat-i sâmînize... Hay hay içeriz!
Biz,
efendim, senin uğrunda bu candan geçeriz.
İçelim...
Durmayalım... Âfiyet olsun... Şerefe!
Sonra
nevbetle, uzunboylu, söverler selefe.
Halefin
farz edelim şimdi öbür mektepten.
Dalkavuklar
yeni bir maske takarlar da hemen,
Kuşatırlar
yine etrâfını:
Sübhânallâh!
Bu
ne fıtrat, bu ne vicdân-ı meâlî-âgâh!
Zât-ı
ulyâları Hakkın bize inâmısınız,
Kimsiniz,
söyleyiniz, Hazret-i Mûsâ mısınız?
Hele
Firavnın elinden yakamız kurtuldu;
Hele
mahvolmadan evvel sizi millet buldu.
Âh
efendim, o herif yok mu, kızıl kâfirdi;
Çünkü
bir şey tanımaz, her ne desen münkirdi.
Ne
edeb der, ne hayâ der, ne fâzîlet, ne vakar;
Geyirir
leş gibi, mutâdı değil istiğfar.
Aksırır
sonra, fütûr etmeyerek, burnumuza...
Yutarız,
çare ne, mümkün mü ilişmek domuza?
Savurur
balgamı ta alnımızın ortasına,
Tükürürmüş
gibi taşlıktaki tükrük tasına!
Hezeyan,
sorsanız, Allah; hezeyan, Peygamber;
Din,
vatan, âile, millet gibi yüksek hisler,
Ahmak
aldatmak için söylenilir şeylermiş...
Bu
hurâfâtı hakîkat diye kim dinlermiş?
Âkil
oymuş ki: Hayâtın bütün ezvâkından,
Durmayıp
hırsını tatmîne edermiş îman.
Âhiret
fikri yularmış, yakışırmış eşeğe;
Hiç
kanar mıymış adam böyle beyinsizce şeye?
Hele
ahlâka sarılmak ne demekmiş hâlâ?
Çekilir
miymiş, efendim, gece gündüz bu belâ?
Zevki
hakmış adamın, başkası hep bâtılmış...
Çok
tuhafmış bunu insanlar için anlamayış!
Âh,
efendim, daha söylenmeyecek işler var...
Çünkü
nâmûsa musallattı o azgın canavar.
İyi amma niye sarmıştınız etrâfını hep?
Hakk-ı devletleri var, arz edelim neydi sebep:
Tepeden
tırnağa her gün donanıp sırsıklam,
Hani,
yuttuksa o tükrükleri, faslam faslam,
Vatan
uğrunda efendim, vatan uğrunda bütün.
Biz
o zilletlere katlanmamış olsaydık dün,
Memleket
yoktu bugün, yoktu, iyâzen-billâh...
Öyle
üç balgam için millete kıymak da günah.
Herif
ancak bizi bir parçacık olsun saydı;
Başıboş
kalmaya gelmezdi, eğer kalsaydı,
Mülkü
satmıştı ya düşmanlara, ondan da geçin,
Yıkmadık
âile koymazdı Hudâ hakkı için.
Bulunur
pek çok adam cenge koşup can verecek;
Harbin
en müşkili haysiyyeti kurbân etmek.
Bu
fedâîliği bir biz göze aldırmıştık.
Ama
Hâlik biliyor, bilmesin isterse balık.
Ey
veliyyün-niam, artık size bizler köleyiz;
Yalınız
emrediniz siz, yalınız emrediniz.