MIZIKÇILAR
Mızıkçı, mızmız,
alıngan, kendinden başka herkesin yaptığını beğenmeyen, kendi de hiç bir iş
yapmayandır.
Çocukluğunda oyuna
katılmaz ama oyun oynayanların her hareketini tenkit eder.
Saklambaç oynayanlardan
saklanana “oraya gitme seni bulur” der, arayana da böyle aranmaz ki” der.
Halkımız bunlara
“mıymıntı” da der.
Genlerden mi gelir,
çevreden mi edinilir bilmem ama genellikle 1950 yılında halkı ezme, sindirme,
yıldırma olanakları ellerinden alınanların
o günden bu güne kadar hep yollarda yürürken çıkardıkları “mızmız” larla
halkı rahatsız etme tadını aldıklarına bakılırsa kalıtımsaldır.
Sayın Süleyman Demirel, bunları çok iyi anlamış ve
“Yollar yürümekle aşınmaz” demiş.
Onlar, bu sözün ne
anlama geldiğini anlayamadıklarından, o günlerde yine mızmızlarını artırmışlar,
aradan onlarca yıl geçtikten sonra “Meğer bize özgürlük alanı olarak
kaldırımları teslim etmişmişmiş” diyerek eteklerinin altına sığınma ihtiyacı
hissetmişler.
Tembel ve üşengendirler.
“Gelin şuraya bir gül ağacı dikelim” deseniz, mızıkçının biri “Ben kazmayı
elime almam. Kazmanın sapı kesilmiş bir ağaç yavrusudur, yüreğim dayanmaz” der.
Öbür mızıkçı, sanattan
ve estetikten anladığından “Kazma gibi göz zevkimi bozacak bir şeyi görmeye
dayanamayacağımdan gül ekmekten vazgeçerim.” Der.
Bir başka tembel teneke
de “Gül Muhammedi temsil eder, bu gül ağacı güzel görünümüyle, gül kokusuyla
bizi de kendine çeker, onun için ekemem” der.
“Olum, alkolik çapulcu
olarak girdiğimiz Taksim’de, kandil simidi yiyerek, kandil kutlayarak, Kur’an
dinleyerek çıkıyoruz, yoksa oyuna mı geldik” diyen eylemcinin dediği ne anlama
gelir ki!
Biz Müslümanlar, hep
birlikte gözlerimizi ve gönüllerimizi dünyada devlete, ahirette cennete
kilitleyelim.
“Onlara eğer
yeryüzünde (iktidar için) bir mekan verirsek namazı kılarlar, zekatı verirler,
iyiliği emrederler, kötülüğü yasaklarlar. İşlerin sonu Allah'a aittir.”
Buyurmuş Rabbimiz Hac süresinin 41 inci ayetinde.
Bu ayetin
açıklamasını “Şifa Tefsiri” nden bir okuyuverin.
Her olumlu
işin bir ucundan tutun ama sizi yolunuzdan alıkoymasın.
Örneğimiz ve önderimiz,
Miladi 610 yılında Abdullah oğlu Muhammed’e Nur dağının tepesindeki Hıra
mağarasında “Yaratan Rabbinin adıyla oku” diye başlayan Kur’an ayetleri,
Kur’an-i Kerim’in bütün insanlara rahmet olduğu, Muhammed Mustafa sallallahü
aleyhi ve sellemin rahmet peygamberi olduğu haber verildikten sonra O, Kur’an
ayetlerini rahmet damlaları gibi hiç ayırım yapmadan bütün insanların
gönüllerine yağdırmaya başlar.
Yanlışlara tepki
göstererek ömür tüketmek yerine doğruları anlatmaya ve doğru şeyler yapmaya
devam eder.
Çünkü kafir sistemin
doğrultacak yeri kalmamış, insanlar bu günkü gibi eğrileri doğru görerek
büyüdüklerinden doğruları görünce hemen karşısına dikilmişler.
Sevgili peygamberimiz,
kendisine sataşanlara, küfredenlere, karşılık vermeden yoluna devam etmiş ve
Medine’de kurduğu devleti ve kazandığı ashabıyla gelmiş ve kan akıtmadan
Mekke’yi de fethettikten sonra Cenneti A’laya yükselmiş.