EKMELEDDİN
İHSANOĞLU ÜZERİNE
Okuyacağınız
makalemi 29.07.2013 yılında “Korku İmparatorluğu” başlığı altında
yayınlamıştım.
CHP
ve MHP nin Cumhurbaşkanlığı adaylığı için Ekmeleddin bey üzerinde anlaşmaları
iki taraf içinde olumlu gelişmelerin habercisi olduğu için sevindim.
05/05/2014
tarihli yazımda 550 Milletvekili İslamcı olduğu gün “CUMHURBAŞKANI KİM OLURSA
OLSUN” başlıklı bir makalem yayınlanmıştı.
Siz,
İslami eğitime ağırlık verin. Matematiğin, fiziğin, kimyanın, deniz
bilimlerinin, uzay bilimlerinin kanunlarını Allah koyduğuna göre Allah’ın yarattığı
Tabiat ile İndirdiği Şeriat eğitimine ağırlık verin gerisini Allaha havale
edin. Buyurun makaleyi okuyun:
“Gönenli
Mehmet efendi merhum, Sultanahmet camiinde öğle namazını kıldırdıktan sonra üç
arkadaşımla beraber Müezzin mahfilinin altında bize bir zamanlar Müslümanlara
yapılan zulümlerden bazılarını anlatmaya başladı.
Cami
çok sakin, yanında üçümüzden başka kimse yok.
Şimdi
yurt dışında görev yapan arkadaşım Mehmet’e işaret ederek fil ayağı direğin
arkasında dinleyen olup olmadığını araştırmasını istedi.
Mehmet,
direğin etrafında dolaştı geldi ve işaretle kimsenin olmadığını bildirince o
konuşmaya devam etti.
Merhum
Abdürrahman Gürses hoca efendinin en yakınında yıllarca duran dostlarımdan
birine “Menemen olayının iç yüzünü hiç anlattı mı?” diye sorduğumda “Sohbet
esnasında o konuya kim girerse girsin hoca efendi ağzını kapatır tek kelime söylemezdi”
dedi.
12
Eylül’de iki yıl işkence gören bir Akıncı, tahliye olunca yaşadığı şehire
gittim ve geçmiş olsun diyecektim.
Ama
o, benden önce davrandı ve beni görünce “Mahmut hoca, bundan sonra yedi yaşın
üzerindekilere konuşma.
12
Eylülü yaşayanlarda hayır kalmadı, yaşamayıp ta haberlerini alanlarda yürek
kalmadı. Yedi yaşın altında olanlara çalış bundan sonra” demişti.
Mısır’da
hırsıza kabahat bulmayan, ev sahibini suçlayan, Hırsız çetesiyle görüşerek meşrulaştıran
Ekmeleddin İhsanoğlu’na yönelik suçlamaları uygun görmedim ben.
Mısır’daki
evlerinde hep Türkiye’deki baskıların konuşulduğu bir ortamda yetişen insanın
durumu bundan başkası olmaz.
Okulda,
çarşıda, pazarda konuşmalarına dikkat etmeye başlar.
Doktora
tezinde, dünyanın öbür tarafındaki bir diğer zalimi rahatsız edecek
kelimelerden kaçınır.
Örnek
mi istiyorsunuz, buyurun, 2004 yılında Hürriyet gazetesinde yayınlanan röportajında
Yener Süsoy’a evliliğini anlatırken: “Prof. Dr. Emin Bilgiç’in kızı, AP’nin
unutulmaz ‘Koca Reis’i Sadettin Bilgiç’in yeğeni Füsun Hanım’la tanıştık. O
Füsun Hanım ki, on parmağında on marifet, güler yüzlü, tatlı dilli, mütevazı, başı örtülü değil.” Diyor ve “bin yıl
sürecek”ine inandığı darbenin sahiplerine hanımının başının açıklığını özellikle
vurguluyor.
Aynı
röportajda İmam-Hatipler ve başörtüsü konusunda da açıklama yapıyor ve diyor:
“Bilhassa 1980’li yıllarda çok sayıda imam hatip okulu açıldı, doğru yapılmadı.
Dünyanın her yerinde paralel okullar var, İslam’da kilise gibi resmi hiyerarşik
bir yapı olmadığı için mukayeseler farklı olabilir.
Mesela
değişik dinlerde, değişik isimler altında kilise mektepleri vardır. Bizde de bu
şekil aldı. Şunu da görmek lazım, toplum içinde bu tür eğitime önem veren bir
kesim de var.
Bu
konulara horoz dövüşü içinde değil, kutuplaşmaya, suçlamaya gitmeden sakin
havada bakmak lazım. Türban meselesini çeke çeke bir düğüm haline getirdik.
Halbuki bu iş karşılıklı bağnazlığa girmeden çözülebilirdi, enerjimizi iç
kavgada tüketiyoruz.”
Ben,
bu sözlerinden dolayı suçlamıyorum.
Bu türden zor günler
geçirmiş insanlarımızın ilminden yararlanmalı hiç bir etkin makama
getirilmemeli.
Konya’da
okuduğum 1975-79 yılları arasında ilminden yararlanmak için Cumartesi-Pazar
günleri evine gittiğim Konya vaizi, Bozkırlı Mustafa Efendi diye meşhur Mustafa
Parlaktürk hoca efendiden yararlanmaya çalışırken siyasetin S harfini bile ağzımdan
çıkarmazdım.
Çünkü
o bu konuda hiç konuşmazdı.
Bir
çok hocanın şehrin meydanında asılmış halini görmüş insanlardı bunlar.
Korkunun
nelere kadir olduğunu, Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan: “One Minute” diye bağırdıktan
sonra toplantıyı terk ederken ona katılıp toplantıyı terk etmeye çalıştığı
halde dizlerinin bağı çözülmüş Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa’nın
dikilemeyişi en güzel şekilde anlatır.
Eski
anlı şanlı komünistlerin, şimdilerde kapitalistlerin dolarını sayması,
güzellerini soyması da bu korkudan gelir.
Sevgili
peygamberimiz, kendisine yapılan hiç bir zulmü kendisi anlatmamıştır.
Siz
de yapılan işkenceleri anlatarak taze yüreklere korku salmayın.
“Allahü
Ekber/En büyük Allahtır” dedikten sonra hiç bir zalim devleti gözünüzde ve gözlerinde
büyütmeyin.
Hedefe
hep Rabbin rızasını ve cennetini koyun.
Servet,
şöhret ve şehvetin gayri meşrusundan uzak durum ve uzak tutun.
Dünyanın
öbür ucundaki insanın haklı davasının yanında durarak insanlıktan çıkmamaya
çalışın.
“Ne
varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim” diye terceme edilen Hadid süresinin 57
inci ayetine göre hazırlayalım kendimizi ve ilmi yüksek yaşlılardan ilim
aldıktan sonra heyecanlı gençlerle de oturup ölmüş heyecanlarımıza can verelim.
Rabbimiz,
Kur’an’ında hep iki kardeş ve peygamber olan Musa ile Harun aleyhisselamların
Firavun’ un zulüm saltanatına son verdiğinden haber verirken bize hep umut aşılıyor.
Korku
insanın ruhunda ve genlerinde vardır.
Her
şeyden korkmak yerine her şeyi yaratanda korkuyu yenmek en kestirme yoldur.
Rabbimiz
buyurur: “İnsanlardan korkmayın Benden korkun. Azıcık para karşılığında
ayetlerimi satmayın. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar
kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide süresi ayet 44)