ANA SAYFA



KİTAPLARIM


    20.11.2013


    ÖZGÜR EĞİTİME DOĞRU

    Elini kolunu bağladılar. Sonra kaşlarını kazıdılar. Başındaki saçını kazıdılar, verilen yemeklerin tadından saçını kazıyanlara ses çıkarmadı

    Kolunu kırdılar, bacağını kestiler.

    Uyuşturucu verdiler, acıyı hissettirmediler ve önüne en sevdiği şeyleri koyarak kendilerini sevdirdiler.

    Bağlanırken itiraz etmedi. Çünkü en sevdiği şeylerin olduğu yere götürülüyordu.

    Sonunda başını kopardılar.

    Ardından onu kahraman ilan ettiler ve şehirdeki en büyük kabri onun için yaptılar.

    Türbenin etrafında kırk gün kırk gece matem tuttular.

    İşte ilmi de böyle öldürdüler.

    Makam, şan ve şöhret ipleriyle ilmin önce kolunu kanadını bağladılar, sonra başını kopardılar.

    İlim semasında yıldızlar gibi parlayan Sahabe, Sevgili peygamberimizin eğitiminden geçtikleri için onlarla kıyas yapmayacağım.

    Onlardan sonra gelen, İmam, Ebu Hanife, İmam Şafii, İmam Malik, İmam Ahmed Bin Hanbel, Hasan-i Basri, Şa’bi, Buhari, Müslim......... ayarında daha sonraları neden ilim adamı yetişmediğini beşinci asır alimlerinden İbn’ül Ekfani, ilmin dördüncü asırdan sonra devlet tekeline geçmesine bağlıyor.

    Hicri dördüncü asra kadar ilim, özel eğitimle devam ediyordu.

    Sahabe döneminde de özel eğitim vardı.

    Medine mescidindeki Suffe’de kalan Ashab-ı Suffe, orada eğitim almıyorlardı.

    Sevgili peygamberimiz ve onun ashabı kiramı, mescidde, evlerde, sokaklarda, hurma bahçelerinde, dağ tepelerinde, vadilerde...her yerde eğitime devam ediyorlardı.

    Tabiin döneminde de eğitim özeldi.

    Mekke, Medine, Mısır, Kufe, Bağdat, Yemen gibi merkezlerde her alim, kendine göre programladığı ders halkaları vardı ve oralarda yetişenler de kendi geçimlerini çömlekçilikten, camcılıktan, ticaretten ...vs den sağlar, hatta öğrencilerin geçimini de sağlayanlar bütün bunları ilmin hatırına Allah için halka faydalı olmak için yaparlardı.

    İşte bu tür özel eğitimden İmam Ebu Hanife, İmam Şafi, İmam Malik, İmam Ahmed bin Hanbel, İmam Cafer Sadık, İmam Buhari, Hasan-i Basri...gibi kıyamete kadar değerinden hiç bir şey kaybetmediği gibi, her geçen gün değeri daha fazla bilinen ilim adamları yetişmiş.

    Bu eğitimlerin hiç bir yerinde devlet yoktur.

    Hatta İmam Ebu Hanife “Meşru olmayan devlet başkanı bana caminin pencerelerini sayma emri verse ben bu emri yerine getirmem” diyecek kadar özgür bir eğitim almış ve vermiş.

    Hicri dördüncü asırda çok iyi niyetlerle Bağdat’ta devlet eliyle ilk defa medrese (Üniversite) açıldığında Buhara, Semerkant gibi Mevarünnehir uleması ağlamaya başlamışlar ve ilmi öldürecekler ve bu medrese de ölen ilime matem/yas tutma evi olacak anlamına o medresenin adını “Matem-ül ilim” koymuşlar. (İbn-ül Ekfani’nin İrşad-ül Kasıd isimli eserinden naklen Sıddık bin Hasan’ın Ebced’ül ulum cild 1sayfa 106, Hacı Halife Keşfü’z- Zunun 1/22, Diyanetin İslam Ansiklopedisi “İcazet” maddesi)

    Şu anda dünya genelinde başarılı olan üniversitelerin başarısı, özgürlükleriyle orantılıdır.

    Hiç bir ilim adamının konuşurken kelime ve cümlelerinde kısıntıya gidecek bir hava olmamalıdır.

    İlim adamı, bilgisini öğrencilerine aktarırken bunu söylersem rektörüme dokunur, şunu yaparsam yönetime dokunur endişesi taşımamalı.

    Üniversite bitirmek için üniversiteye gidilmemeli.

    Devlet görev verirken diplomaya değil bilgisine önem vermeli.

    Bilginin kaynakları açılmalı ve kaynağın önü kapatılmamalı.

    Herkes her yerde bildiğini öğretecek yer açabilmeli ve devletten izin dahi siteme durumu olmamalı.

    Devlet ancak sağlık, güvenlik gibi eksiklerine dikkat etmeli ve kolaylık göstermeli.