ANA SAYFA



KİTAPLARIM


    23.03.2013


    SAİD RAMAZAN el BUTİ ÖRNEĞİ

    Sevgili peygamberimizin dualarından en çok tekrarladığım başta “Seyyid’ül İstiğfar” duasıdır, ikinci olarak da “Rabbi, lâ tekilnî, ilâ nefsî, tarfete aynin/Rabbim, bir göz açıp kapayıncaya kadar beni bana bırakma” duasıdır.

    Tenimin yönetimini bir anlığına bana bıraksa bütün vücut darmadağın olur.

    Tırnağın gıdasından, saçın gıdasına kadar, beyinden kılcal damarlara kadar her hücremizin nerede olduğunu ne kadar ihtiyacı olduğunu bilmeyiz.

    Vücudumuzu Allahtan başka hiç hastahanenin en değerli doktorlarının yönetmesine bile bırakmayız.

    Tenimizin düşmanları olduğu gibi gönlümüzün düşmanları daha gizli, daha katı ve tehlikelidir.

    Her şeyin haramını isteyen nefsimiz de dıştan gelecek düşmanlara kapı açıveren işbirlikçidir.

    Onun için bir anlığına tenimizi ve canımızı Allahtan başkasına, hatta kendi nefsimize bile teslim etmeyiz.

    Edersek ne olur?

    Nefsimizin isteklerini tatmin edenlerin yanında oluruz.

    Gece  namazı kılsak bile gündüz dinime düşman olanların yanında yer alarak Müslümanlara karşı tavır alabiliriz.

    Nefsimiz de bu yaptığını İslami terimlerle allar pullar ve yaptığımızın İslam’a göre doğru olduğunu bize yutturur.

    Hatta bu konuda fetva verebilecek çok fetvatör de bulnur.

    Camide imam olursun ama nefsimizin isteklerini karşılayanların isteklerini Rabbin emir ve yasaklarının önüne alarak, din adına yapılması gerekenleri yapmayarak camileri İslam’ı engelleme mekanları haline getirebiliriz.

    Müftülük makamını da aynı gayeler için kullanabiliriz.

    Hatta İslami ilimler Fakültesi dekanı olursun o fakültede yetiştirdiğin öğrencilerle İslam’ın önünü kesecek ve nefsimizin isteklerini tatmin edenin koltuğunu ayakta tutacak askerler yetiştirebiliriz.

    Kur’an kursunda Fatiha’yı ezberletirsiniz ama “İyyake na’büdü/Biz ancak sana kulluk ederiz” anlamına geldiğini, kulun kula kul olmaması gerektiğini, Kur’ana aykırı kriterler kimden gelirse gelsin ona uyanlar onun kulu olduğunu anlatmamak üzere yetiştirilmişiz.

     81 ilin, 957 ilçenin, 35 bin köyün en merkezi yerinde camiler vardır.

    Anahtarı imamlarımızın elindedir.

    Hiç bir kurum, kuruluş, şahıs, klik, parti, meşrep böyle bir imkana sahip değildir.

    Ama il ve ilçe merkezlerindeki Ulu camiler asli görevini yapmaktan uzak olduğunu üretiminden anlıyoruz.

    Bakınız, İslam aleminin en saygın bilinen alimlerinden Said Ramazan el Buti, Mücahitlerin yanında değil, elli yıldır Müslümanlara kan kusturanların yanında yer almış, yanında yer aldığı zalimlerin bombasıyla mı yoksa muhaliflerin bombasıyla mı öldürüldüğü kesinlik kazanmamıştır. Muhalifler, “O bölgenin Esed’in bölgesi olduğunu, camileri bombalama işi de onun işi olduğunu” söylediler.

    Kimin öldürdüğünü bilemeyebiliriz ama kimin safında olduğunu kendisi açıklamış,  Mücahitleri asi olarak ilan etmiş ve Esed’in safında iken öldürülmüş. Beşşar da timsah göz yaşlarıyla adamının ardından ülke genelinde bir gün yas ilan etmiştir.

    Sevgili peygamberimiz, “Bir topluluğun karaltısını/Kalabalığını çoğaltanlar o topluluktan sayılırlar” buyurmuş. (Deylemi, İbni Mesud’dan rivayet ediyor. Kenz-ül ummal 9/36 hadis no 24735, İbni Mübarek ise Zühd’ünde Ebu Zerrin-il Ğıfari’nin sözü olarak vermiş. Ebu Ya’la, Müsned’inde İbni Mesud’dan Efendimizin sözü olarak rivayet etmiş. (Bak Nasb-ur Raye 4/403)

    Gönlü sevgili peygamberimizle olup ta parası ve silahıyla peygamber düşmanlarının yanında olanlar bu hadise dikkat etsinler.

    Vaazlarım genellikle, Sultanahmet camii, Çemberlitaş’taki Atikali paşa camii ve Cağaloğlu’ndaki Cezeri Kasım Paşa camii olması nedeniyle, Cantaş yayınevinin de Sultanahmet’te olması sebebiyle meydanı ve meydanda olan güzellikleri iyi bilenlerdenim.

    Bazı kötü olaylar da olsa da çoğunlukla iyilikler daha fazladır.

     

    Çoğunlukla İncili çavuş sokakla Halide Edip Adıvar   parkında vakit kurşunlayan bir kimsesiz vardı.

    Elbisesi yağlı tulum gibiydi kirden yağmur içine geçemezdi.

    Saçları kaç yıldır yıkanmadığından keçe gibi olmuştu.

    On yılı aşkın oralarda yaşadı.

    Elinde şarap şişesi hiç eksik olmadı.

    Bakkala sordum, “devamlı bu şişeyi kim alıveriyor?” Dedim, içkili restoranın sahibinin devamlı verdiğini söyledi.

    Şişe bitince kapıya dikilirmiş, içeri girmesine fırsat verilmeden kapının dışında bir şişe daha verilirmiş.

    İçeri girerse havasını temizlemek bir müddet mümkin olmazmış

    Ağzından içmesini bilirdi ama kaç yıldır yıkanmayan pantolonu hep ıslak olurdu.

    İşte bu adam bir kaç yıldır görülmez oldu.

    Ne olduğunu nereye gittiğini de bilen birini görmedim.

    Bir kimsesiz daha vardı.

    Tramvay durağının yanındaki kaldırımda durur, kimseden istemez, verilirse alırdı.

    Kılık kıyafeti biraz öncekiyle aynıydı ama elinde şarap şişesini hiç görmedim.

    Bir gün yine aynı kaldırım üzerinde küçücük bir tezgahın arkasında tertemiz elbiseli bembeyaz gömlekli, saçları briyantinli bir satıcıyı görünce tanıdığım birine benzettim.

    Yanına yaklaştım, bir şeyler satın aldım.

    Adamı tanıdım. Paranın biraz büyüğünü verdim, paranın üstünü verirken kırk yıllık kasa görevlisi kıvraklığıyla üstünü geri verdi.

    Kimin yaptığını öğrenemedim ama adsız kahramanlardan biri, ona en güzelinden bir takım elbise almış.

    Onu hamama götürmüş.

    Tepeden tırnağa temizledikten sonra giydirmiş ve berbere götürüp kaç yıldır uzayan saçlarını kestirmiş.

    Onun önündeki tezgahı hazırlamış ve kaldırımın üzerine bırakıvermiş.

    Biri her gün balık yedirmiş, diğeri balık tutmayı öğretmiş.

    “Delilerle uğraşacak zaman değil” demeyin.

    Can taşıyan herkese yapılan yardımın sevabının çok büyük olduğunu bilelim.

    Rabbin rızasını her yerde aramaya devam.