AVUSTRALYA (3)
16/01/2020
Mahmut Toptaş
26 Aralık 2012 günü saat 11.35 pm de indiğimiz Melbourne’a havaalanında küçük
valizimi polis köpeğine koklattılar.
Görevliler, köpekten “Temiz” raporunu aldılar ve bana “Buyurun”
dediler.
Gümrük kapısı açılınca yolcuları karşılamaya gelenler arasında
yaşları on-on beş arası on kadar çocuk bana alkış tuttular.
Çocukların şamata yaptıklarını, kapıdan çıkan herkese bunu
yaptıklarını anladım ve ben de onlara iki elimle el salladım.
Çocuklar alkışı biraz daha coşturdular.
Beni karşılamaya gelenler, çocukların alkışını görünce beni
tanıdıklarından kuşkulanırlar ama çocuklar, benden sonra çıkana da alkış
tutunca, ben, beni karşılamaya gelenlere doğru yürüyünce kuşkuları gider ve
selam verip kucaklaşıyoruz.
Arabamıza bindikten sonra kırk dakikada Melbourne şehrinin Meadow
semtindeki camiye varıyoruz.
Gece yarısını biraz geçtikten sonra cami evine girdik.
Yetkili Ahmet bey “Hocam isterseniz burada kalırsınız, isterseniz
otele gideriz orada kalırsınız” dedi.
Baktım, cami evinin her şeyi beş yıldızlı otelden daha konforlu.
“Burada kalmak istiyorum” dedim.
Avrupa’nın aksine Avustralya’daki Türkler, açtıkları camilere isim
vermiyorlar ve caminin açıldığı mahallenin adıyla anılıyor.
Halbuki Avrupa’daki işçilerimiz, açtıkları camilere genellikle
Türkiye’deki camilerin adlarını vermişler.
Ayasofya camii, Fatih camii, Mevlana camii gibi isimler vermişler.
Yine Avustralya’daki işçilerimiz, Avrupa’nın aksine evlerini
camilerin yakınında almışlar veya kiralamışlar.
Avrupa’daki hiç bir camide haftanın yedi gününde sabah namazında
iki saf adamın namaz kıldığı görülemez.
Ama Meadow camiinde her gün sabah namazında iki saf bazen üç
saf cemaatle namaz kıldık.
Değerli görevlilerinden Tayyip hocanın ardında saf tutan cemaat
içinde en az yirminin üzerinde cemaat de namaz kıldırabilecek durumdalar.
Avrupa’dakilerin sabah namazına bu kadar devam etmemesinin
sebeplerinden en önemlisi evlerin camiye çok uzak olması.
Pazar günleri ve Cuma günleri camiye gelenler en az elli kilometre
ileriden gelenlerdirler.
Yıllar önce buralara gelen
çok değerli hocalar çok güzel konuşmalar yapmışlar.
Ayran kabartan hamasi vaazlar vermişler.
“Ne konuştu beeee” dedirtmişler.
Bunu diyene “Anlat ne konuştu?” denildiğinde “Orada olacaktın ne
konuştu beeee” dedirtmişler.
Bazıları da yapabileceklerini söylemiş.
“Okul açın, çocuklarınızı burada eğitin hem dinini öğrensin hem
buranın şartlarında lise diploması alsın” demişler.
İşçilerimiz de çok iyi eğitim veren İlim Kolejini açmışlar.
İlk öğretimden lise diplomasına kadar eğitmişler. Üniversiteleri
kazanıp mezun olanlardan bazıları aynı okula öğretmen olmuşlar.
Avustralyalı bayan öğretmenler de sınıflara başörtülü olarak
girerek derslerini vermeye devam ediyorlar.
İşçilerimizi yönlendirenler, “Kızlarınıza Türkiye’den İmam-Hatip
mezunu damat getirin, oğullarınıza İmam-Hatip mezunu gelin getirin” demişler ve
bunu büyük ölçüde başarmışlar.
Sabun köpüğü gibi kabaran biraz sonra solan uzun konuşma yerine,
1-
Okul
açın,
2-
Dini
bilgisi olan gelin veya damat getirin
3-
Cami etrafında
toplanın gibi on iki kelimelik konuşma daha faydalı olmuş.
Okulda öğretmenlik yapan matematik
öğretmeni camide namaz kıldırabiliyor, namaz kıldıran imam, okulda edebiyat
dersine girebiliyor.
Kalite ve kapasite çok yüksek.
İmam ve öğretmenler, Türkiye’de iken
başarılarını kanıtlamış ve hizmet için Avustralya’ya gitmiş genç ve dinamik
insanlar.
65 yaşında emekli olmuş, yeşil
pasaport nedeniyle gidenlerden değiller.
Onun için verim de çok güzel ve iyi.
Yarın Kanguru eti fetvası.