Avustralya
(4)
17/01/2020/Cuma
Mahmut
Toptaş
2006 Nisan ayında Münih hava alanına indiğimde gümrük çıkışında
bana zorluk çıkaran Alman polisinin Türk vatandaşı olduğunu düzgün Türkçe
konuşmasından öğrendim.
İzmirli olduğunu söyleyen ve bu güne kadar hiç bir Alman
polisinin yapmadığını yapan, vali olunca ilk işi babasını asan adam gibi
davrandı.
Niçin geldiğimi, nerede kalacağımı, davet edenlerin kim olduğunu
sorduktan sonra bir polis daha çağırarak çıkış kapısına kadar geldik ve beni
karşılamaya gelen kişiyi de içeri çağırıp kimlik kartını aldıktan sonra bir
yere telefon edip uzunca konuşma yaptı. Sonunda bana dönerek “Konuştuğum memur
sizinle görüşmek istiyor” dedi ve telefonu bana verdi.
Telefondaki adam Türkçe “Hoş geldiniz sayın hocam, kanguru eti
yemek helal mı?” dedi. Ben de ona “Ben Türkiye’den geliyorum. Ülkemizde kanguru
yok. Avustralya’dan bir hoca gelirse bu memur, onu da yakalasın ve senin
karşına çıkarsın sen ona sor” dedim ve kapattım.
Avusturalya’ya varınca hoca arkadaşlara ilk sorduğum soru bu
oldu.
Cevap olarak “Kanguruyu çok iyi tanıyan değerli hocalar kanguru
etinin helal olduğuna karar vermişler ve biz de aynı şeyi söylüyoruz ama alışık
olmadığımızdan yemiyoruz” dediler.
Türkiye’de çok az bulunan Avustralya’da çok olan deve
etini bazen yediklerini söylediler. Hatta lokanta işleten çok değerli bir hoca
efendi, benim için Adelaide’den deve eti getirtmiş ve önceden haber vererek
“Hocam, yarın ikindi namazı sonrasına deve etini fırında kızartacağım ona göre
gel” dedi ve ben de ilk defa deve etini yedim. Size bir soru, dünyada en fazla
deve hangi ülkededir? Genellikle “Deve” denilince ilk akla gelen Arap
yarımadasıdır.
Suudi Arabistan’da, Yemende, Arap Emirlikleri’ndeki develerin
sayısı Avustralya’daki deve sayısına ulaşamıyormuş.
Bizim Türk vatandaşlarının söylediğine göre on bir milyon deve
sahipsiz olarak, başıboş dolaşıyormuş. Onları yakalamak, kesmek, etini yemek,
satmak serbestmiş.
Çünkü develerin çoğalmasıyla zaten az olan suya ortak
olduklarından ülkenin sularını tüketiyorlarmış. Adelaide’in kenar köylerinden
birinde çalışan bir kaç tane işçimizi ziyarete gittiğimizde sularının nereden
geldiğini sorduğumda yağmur suyu kullandıklarını söylediler. Beş-on aile halinde
olan insanlarımız bile küçük bir cami ve çocuklarına İslam dinini öğretecek
dershaneler yapmışlar. Çatılarına yağan yağmuru evlerinin altındaki büyük
depolara akıtıyorlarmış. Uçak yolculuğunda gördüğümüz bazı göllerin de sun-i
göller olduğunu ve yağmur sularını oralarda toplayıp şehrin ihtiyacını
karşıladıklarını ifade ettiler.
Dört tarafı denizlerle çevrili ülke su sıkıntısı çekiyor. Deniz
suyunu tatlandırma çalışmalarına başlamışlar.
Yarın Aborjinlerle devam edecek.