ANA SAYFA



KİTAPLARIM


    BİR FARKLIYIZ ÇÜNKÜ MÜSLÜMANIZ


    BİR FARKLIYIZ ÇÜNKÜ MÜSLÜMANIZ

    18/12/2020

    Mahmut Toptaş

    Bu hafta, gazeteler ve TV’lerde Almanya’nın önde gelen hatta birinci sıraya yükselen  süpermarketler zincir EDEKA’nın Noel nedeniyle yaptığı reklam filminde, yapayalnız ve de huysuz bir ihtiyar Alman’ın, katılığını yumuşatan Türk komşusunu konu edinmiş.

    Asık suratlı Schmidt adlı bir Alman’ın ırkçılık damarının yüz hatlarından bile okunabildiği sertliğini, Korona’ya yakalanınca yalnız yaşadığı eve hiçbir Alman’ın girmeye korktuğu bir  anda hiç sevmediği Türk aileden yemek geldiğini, yanında baklava olduğunu görünce adamın yüz hatlarındaki ırkçılık damarlarının yumuşadığını gösteren film, haber oldu.

    İki yıla yakın Fransa’da işçi olarak kaldım. Kur’an kursundan arkadaşım rahmetli Mustafa Çakırlar, ev sahibi ihtiyar kadına öyle saygılı davranmış ki, o kadın bir ömür boyu evinin anahtarını hiçbir Fransız’a vermediği halde, Mustafa’ya evinin anahtarının yedeğini verip, “Olmadığım günlerde ihtiyacın olanları al” demiştir.

    Türkiye’den Avrupa’ya giden sağcı, solcu, derviş, berduş…kim olursa olsun bulundukları sitede komşularla en barışık olandırlar.

    2007 de Almanya’ya gittiğimde konferanstan sonra biraz yaşlıca bir işçimiz yaklaştı ve “Ne olur otelde değil bizim evde kalalım. Yarın şehri ben gezdireyim” dedi.

    Ben de konferansa davet edenden izin al dedim. Herkes tarafından sevilen bu maddi durumu da çok iyi olan işçimizin evine son model Mercedes’le gittik.

    İkindi üzeri evine vardığımızda, zengin Almanların kaldığı siteye girerken, bizim arabayı gören bütün Alman çocukları bizim arabaya doğru koştular.

    Hep gülümseyen bizim hacı, hemen arabanın bagajını açtı, büyük bir kutuyu çıkardı ve hepsine birer şeker verdi ve onlar gülümseyen gözlerle ayrıldılar.

    Bizim hacının adı “Şeker hacı” imiş.

    “Siteye ilk geldiğimde biraz ihtiyatlı davrandılar. Hatta dağıttığım şekerleri tahlile bile gönderdiler. Ama şimdi sitenin bütün sorunlarının halli bana kaldı” diye anlattı hacı.

    *******

    Brüksel’de Türklerin, Arapların, ve mahalledeki Belçikalıların onu görünce, “Selam Şeref” dedikleri Şerafettin’le Brüksel’de yaya dolaşmak insana ayrı bir mutluluk veriyor.

    Şerafettin bey anlatıyor:

    “Gece yarısını geçmiş, sabaha yakın bir zamanda evin zili acı acı çalmaya başladı.

    Telaşla pencereye koştum. Pencereden aşağıya bakınca iki ev ilerde oturan bir ihtiyar kadın olduğunu gördüm.

    Kadın- “Şeref, yetiş, su borusu patladı.”

    Hemen gerekli malzemeleri aldım ve koştum. Uzun bir çalışmadan sonra işi bitirdim.

    Kadın teşekkür ederken elini para cüzdanına attı ve elli Euro çıkardı. “Olmaz” anlamında kafamı salladım. Kadın elli daha çıkardı. Yine kafamı salladığımı görünce cüzdanın içini gösterdi ve “Başka yok” dedi.

     “Ben tesisatçı değilim. Komşuyum. Komşuya yapılan hizmetten para alınmaz. Sağında ve solunda diğer milletlerden ve kendi milletinizden insanlar olduğu halde bana geldiğin için teşekkür ederim. Neden bitişiğinde ki Belçikalının veya İtalyan’ın kapısını çalmadın” deyince, Kadın, bilmem, ilk aklıma sen geldin” dedi”

    O güne kadar yirmi senedir sokakta selamlaşmanın dışında hiçbir teması olmadığı bu ihtiyar kadın, o kadar Hıristiyan komşu arasından bizim işçiyi seçmesi bizim özel ve güzel bir millet olduğumuzu gösterir.

    Kendinizi test ediniz. Gecenin yarısında, sizin en derin uykuya daldığınız bir anda evinizin zili acı acı çalıyor ve siz, “Kim o” diyorsunuz.

    Cevap, “Benim komşu, hanımı uyandıramadım, dışarda kaldım, dış kapının ziline basar mısınız” dediğinde seviniyorsanız siz iyi insansınız.

    O Apartmanda kaç tane daire varsa, onlar içinden seni seçmişse iyisiniz.

    *********

    30.09.2007 tarihinde Norveç’in Oslo kentinde “Birliğin Adresi İslam” konulu konferanstan sonra bir evde sohbet ederken kendine ait İnşaat firması olan bir işçimizin anlattığının özeti:

    Oslo’de seksenlik bir Norveçli bayanı hastahaneye kaldırılır.

    Kapı komşum kadın çok zengindir.

    Bir kızı ve bir oğlu vardır ve başka mahallede otururlar.

    İki kardeş,  annelerini telefonla arayarak sağlık dilerler.

    Ama hasta bayanla aynı zenginler mahallesinde oturan gencecik, namazlı, niyazlı, zengin bu Müslüman delikanlımız, her hafta komşusunu ziyarete gider ve her gidişinde elinde en güzel çiçeklerden bir demetle varır.

    Annelerine sağlık telefonu çeken çocuklar her hafta hasta odasına çiçek geldiğini annelerinden öğrenirler.

    Annelerini ziyarete gitmeyen bu iki kardeş hemen o Türk’ün işyerine gelirler.

    Şimdi siz, burada durun yaşlı ve hasta bayanın çocukları o Müslüman’a neler söyleyebileceğini düşünün.

    “Sizi tebrik ederiz. Biz gidemiyoruz, bari siz gidiyor ve gönlünü alıyorsunuz mu” dediler?

    “Annemizi her hafta çiçeklerle ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederiz mi” dediler?

    Daha neler neler düşünebilirsiniz.

    Ama hiç biri değil.

    Söyledikleri anlam itibariyle şu: Bir daha annemizi ziyarete gitmeyiniz. Biz istemiyoruz.

    Sizin ziyarete gidişiniz bizim gitmeyişimizi ortaya çıkarıyor.

    Annemiz, sizi bize telefonda anlatırken sizi bizden daha sevdiği kanaatine vardık. Bu da bizi rahatsız ediyor. Lütfen bir daha gitmeyiniz.”

    Bizim kültürümüze göre yetişen bu vatandaşımız, bir gün onlar da hastalanırlarsa komşusunun çocukları olmaları nedeniyle onları da ihmal etmeyeceğini ve bu yaşlı hastayı ziyarete devam edeceğini bildirir onlara.

    İşçilerimizin çoğunluğu Rabbimizin:

    وَاعْبُدُوا اللَّهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالًا فَخُورًا

    “Allah'a ibadet ediniz, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayınız, ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, ellerinizin altında olanlara iyilik yapın. Muhakkak Allah, kibirleneni, böbürleneni sevmez.” Bilmezler ama ana ve babasından ayetin nasıl yaşanacağını hayat mektebinde öğrenmişler. (Nisa süresi ayet 4/36)

    Sevgili peygamberimizin:

    عَنِ ابْنِ عُمَرَ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا ، قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم : مَا زَالَ جِبْرِيلُ يُوصِينِي بِالْجَارِ حَتَّى ظَنَنْتُ أَنَّهُ سَيُوَرِّثُهُ

    “Cebrail, bana komşuluk hakkında öyle tavsıyelerde bulundu ki ben komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim” buyurur. (Buhari, Sahih, K. Edeb, bab 28)