BAHARIMIZ SON
BAHAR OLUYOR
20/08/2019/Salı/Milligazete
Gençliğimiz,
ağarıp soluyor.
Aç iken göze
şirin görünen her türlü yemekler, doyduktan sonra aynı güzelliği kaybediyor.
Hatta kırk
lokmada doyan birinin ağzına birinci lokma girdiğinde lezzet derecesi yüz ise,
ikinci lokmada doksan yedi buçuk, üçüncü lokmada doksan beş olur.. Böylece son
lokmada iki buçuk derecelik lezzetle sona eriyor.
Çölde veya
çöl gibi kurak yüreklilerin zindanında olan ve susuzluktan ölmek üzere olana
verilen bir bardak su bir damla gibi gelir ve bin derecelik bir lezzeti tadar.
Bir sürahi su
getirseniz son bardak tatsız olur.
Bunlar da
bize bizim, hepimizin, sekiz milyarlık insanın, bu dünyada yediği, içtiği her
şeyin zarureti gidermek için kullandığını, geçici olduğunu gösterir.
En ünlü ressam, akıl teriyle, fikir emeğiyle,
gönül hayaliyle, el marifetiyle yaptığı eserini gösterime sunduğunda, herkes
ağzı açık olarak ona bakarken ressam, yaptığını beğenmeyerek daha yüksekler de
uçan gönlünün yakaladıklarını hatır sayfasına çizmeye başlar.
En sevdiğiniz
şairin şiirini birkaç defa tekrarlarsınız, keyif alırsınız, arkadaşlarınıza da
okursunuz ama bir an gelir ki tadı kaçar.
Üzerine
güfteler yazdığınız gülün, solması gibi, sevdiğinizin ölmesi gibi bu dünyada
bizim hizmetimize sunulan bütün güzellikler, aslında bu dünyanın öbür tarafının
da olduğunu hatırlatır.
Sen, hazreti
Adem’le cenneti gördün, onun için elde etmeden önce değerli gördüğün her şey,
elde ettiğin anda değer kaybetmeye başlıyor ve her sana “Sen, oraya aitsin”
der.
Bunlar, seni
cennete çeken daneler gibidir.
Ama bir kısım
insanlar, hırslarından, önümüze sunulan nimetleri cehenneme götürecek yemler
haline getirir.
Bir yudumluk
suya o tadı veren, bize cennetteki Kevser ırmağını hatırlamamızı ve oraya layık
olmamızı ister.
Baharda
açılan, güzde solan, sonunda çürüyüp yok olan ağaçlar, Cennette solmayan,
çürümeyen Tuba ağacını ve dallarını hatırlatmalıdır.
Bu gün bu
yazıyı okuduğunuzda son doğan çocuktan, Hazreti Adem ile Hazreti Havva anamıza
kadar hepsini yaratan Allah celle celalühtür.
Bütün
peygamberleri, ilim adamlarını, sanatçıları, kralları, şahları, padişahları,
Cumhurbaşkanlarını…yaratan Allah,
Gülleri,
bülbülleri, çiçekleri, çocukları, denizleri, yıldızları, kuşları taşları,
özetle sevdiğiniz her şeyi yaratan Allah celle celalüh, bütün bu
yarattıklarının mana ve hedefini göstermek üzere peygamberler göndermiş ve o
peygamberlerle insanlığa yol gösteren kitabını indirmiştir.
Bu gün,
dünyada en çok söylenen, şarkı, türkü, ata sözü… hangisidir deseler, siz
“Fatiha süresi” deyiniz, kesin doğru söylüyorsunuz.
Türkiye’de
namaz kılanların hepsi sabah namazında dört defa, öğle namazında on defa
okudular.
Dünya
genelini hesap ederseniz bir günde yüz milyonlarca Müslüman Fatiha süresini
okur.
Birkaç senede
birkaç milyon tıklanmayla hava atan şarkıcıyı da sesini de, gırtlağını da,
aklını da tenini de yaratanın kelamı, bütün insanlığa hitap eden kelamdır.
O kelam ki,
bizi bizden alıyor, başımızın bulanıklığını giderip cennetin bahar havalarını
estiriyor.
Arada bir
cehennem ateş ve dumanlarını da veriyor ki, cennetin değerini anlayalım ve o
cennete layık olmak için gönlümüzü, onun bunun sözüyle değil, yaratanın
kelamıyla ve onu bize sunan, Alemlere rahmet, hazreti Muhammed sallallahü
aleyhi ve sellemi örnek alarak, hayatımıza su içirir gibi her hücremizi
Kelamullah ile süsleyelim de güzün, kışın, açlığın, susuzluğun, ağrının, stresin,
ihtiyarlığın, iktidarsızlığın, hastalığın, yorgunluğun…. Olmadığı, canların
çektiği, gözlerin tad aldığı, gönüllerin hayal edemediği güzel ve asıl
vatanımıza, Allah’ın lütfu-keremiyle layık hale gelelim.