ANA SAYFA



KİTAPLARIM


    BAKIŞ


     BAKIŞ

    27/09/2017

    Eşyayı olduğu gibi görebilmek gerçek erginliktir. Bu erginliğe erenler düşmanı görünce ondan korkmazlar ve onu hayal hanelerinde büyüterek korkunç bir tablo gibi yansıtmazlar.

    Sevdiklerini de haddinden fazla büyüterek tapınmazlar.

    İnsanoğlu eşyanın tabiatına nüfuz etmeye başlayınca küfüyle insanı zehirleyen demiri parlatıp binek yapıp gökyüzüne uçtu.

    Zehirli yılanı eline aldı sirklerde oynattı.

    Cinayetlerin faillerini bulmada çiçekleri konuşturdu.

    Peygamber efendimiz Uhud dağının eteğinde “Bu dağ bizi sever biz bu dağı severiz” buyurdu.

    Dağın da sevdiğini duyduklarında kafirlerin gözleri belerdi.

    Şarapla, esrarla başı dönen insanın iki elini dört görmesi, burnunu, yolunu kapatan bir direk gibi görüp üzerinden atlamaya çalışması gibi, haram yiyerek başı dönenler de herkesi dönek görmeye başladılar.

    Tefsirler Hazreti Musa’ya iman etmeyen, onu öldürmeye kasteden Kıptilere Nil nehrinin kan gibi göründüğünü ve içecek bir damla su bulamadıklarını haber verir.

    Çünkü o Kıptiler o güne kadar beni İsrail’in kanı ve canı ile beslenmişlerdi.

    Kan ve alın teri emerek semirenin gözü her tarafı kan görmeye başlayınca ilk zararı yine kendisi görür.

    Zulmettiği mazlumların ahı kulaklarında uğuldamaya başlar. O uğultular ve hayaletler yatağında dahi yakasını bırakmaz.

    Kuştüyünden yapılmış yataklar, yılan derisinden biçilmiş, akrep iğnesiyle dikilmiş gibi gelir.

    Roma ve Bizans’tan kalma şehirlerin etrafına çekilen surlar,

    Beyaz Saray ve Kıremlin’e yapılan koruma tedbirleri, “Aaah” ederek inleyenlerin ağzından çıkan kıvılcımlar, kurşuna dönüp bizi yakmasın diyedir.

    Ama ümmetine ve gayri Müslim halkına emniyet veren ve Emin unvanını alan Efendimiz (s.a.v.), evinde, mescide çıkışında çarşıda gezmesinde güvenlik tedbiri almamıştır.

    O güvenlik tedbirini ümmetine ve diğer tebeaya verdiği güvenle almıştı.

    Müslümanlar yeni kurdukları ve fethettikleri şehirlerin etrafını taştan surlarla değil, adalet surlarıyla çevirmişlerdi.

    Çünkü onlar bütün insanlara bakarken bunlar ister Yahudi, ister Hıristiyan, ister Rum, ister Ermeni, ister Çingene, ister Arap veya Acem olsun fark etmez, hepsi peygamber çocuğu, Hazreti Adem’in çocuğu olarak bakıyorlardı.

    Rabbimiz “Ey İnsanlar, biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık” buyurarak bu nesep kardeşliğimizi hatırlatıyordu. Bunlardan iman edenlerin ise iman kardeşi olduğunu haber veriyordu. Müminler hem Hz. Adem’den nesep kardeşimiz hem de din kardeşimiz oluyordu.

    Tarihi harabelerde hazine arayanların toprağı baltayla değil de diş fırçasından daha yumuşak fırçalarla kazdıklarını, tarihi çanak çömleği kırmamaya dikkat ettiklerini görüyoruz. Mümin insan da kafir bile olsa ona bakarken o yapımcısı (Halikı) nın Allah olduğunu, kırılmaması gerektiğini anlar.

    Gördüğü pisliği güneş gibi sessizce kurutacak. Onu yok edeceğim diye etrafa yayıp da kokunun daha fazla yayılmasına yardımcı olmayacak.

    Peygamber efendimiz “Kim insanlar helak oldu derse asıl kendisi helak olmuştur. (bir rivayette ise asıl kendisidir onları helak eden) buyurmuştur. (Ebu Davud, Edeb, Hadis 4983)

    Settar-ul-uyup (ayıpları örten) Rabbimizin kulları olarak yanlışları, eksikleri görecek fakat onları yaymak yerine düzeltip tamamlayacağız.

    Herkesi Hz. Adem’in çocuğu olarak görmek, herkeste İslam fıtratının olduğunu bilmek, bir kafirin, bir büyük günah işleyenin yanına uyarıcı olarak varmayı, geniş bir yürekle konuşmayı kolaylaştırır.

    Sahabeden Amir b. Rabia’nın hanımı Leyla hanım, Hz. Ömer için “Vallahi Ömer’in merkebi Müslüman olur da, Ömer Müslüman olmaz” derken Peygamber efendimiz, Ömer’in Müslüman olması için dua ediyordu.

    Otobüse binerken besmele çeken açık tarafı kapalı tarafından fazla olan bir kadını kendinden bileceksin.

    Kendi iç dünyandaki açığın, onun dış dünyasındaki açıktan fazla olduğunu görüp onun açığını kapatırken, kendi açığını kapatmış olacağını bileceksin.

    Uyurken üzeri açılan çocuğunun üstünü kapatan anne şefkatiyle kapatacaksın.

    Zina mahsulü çocuğunu cami avlusuna bırakan kadına değil, önce kendine acıyacaksın.

    Merhamet merhemim kurumuş, bu anne ve çocuğun yarasını saramıyorum, izzetim, şerefim, şecaatim yok olmuş onu bu hale getirenlerden ve onlara fırsat verenlerden hesap soramıyorum diye ağlamamalısın. İş yapmalısın.

    Bazı hallerde bizlerde fahişenin yaptığını yapıyoruz.

    Onunki de boşalma, bizimki de bir boşalma çeşidi.

    O lüks bir hayatla  mutlu olurken, biz de cemaatsiz camide yazarının elleri kırılmış, celi sülüs hatla yazılmış, manasını yaşayamadığımız besmeleye bakarak ve “ecdadımız ne büyükmüş” diyerek mutlu oluruz.

    O loş bir odada boşalırken biz de kitap, sünnet ve büyük tasavvuf erlerinin tarifi dışında geliştirdiğimiz sohbet, zikir, konferans, seminerlerde boşalmaya çalışıyoruz.

    Toplum denizi okyanuslar gibi değildir.

    Okyanusta insanlar birbirine tutunursa daha çabuk batarken, toplum denizinde birbirlerine tutunurlarsa kurtulurlar.

    “Cemaat rahmettir, ayrılık azaptır” buyurmuş sevgili peygamberimiz.

    Not: Bu makaleyi, 1988-1989 yıllarında bir çok il ve ilçemizde konferans olarak verdiğim konuşmanın 1989 yılında yayınlanan kitapçığımdan aldım.