03/10/2019/Prşmb/Milligazete
Behlül, köyünden ilk defa çıktı ve ülkesinin başkentine geldi. O, iç dünyasında her şeyi güzelleştiren, hayal aleminde yaşayan bir adamdı.
Şehrin merkezindeki geniş caddeler, yüksek heykeller, ve köşklere dikkatle bakıyor hayretler içinde kalıyordu.
Gelip geçenler bazı şeyler soruyor cevap alamıyordu. Behlülün söylediğini onlar anlamıyordu, Behlül de onları anlayamıyordu.
Öğleye doğru, çok büyük bir otelin önünde durdu, dikkatle baktı, binanın yüksekliği, güzelliği, bahçesinin düzeni ve sağlamlığına hayran kalmıştı.
İnsanlar binanın geniş kapısından girip çıkıyorlardı.
Behlül, kendi kendine Herhalde burası kutsal bir insanın mezarı dedi ve içeriye daldı.
Geniş bir salonda şık beylerin ve bayanların masalar etrafında oturduklarını ve yemekler yediklerini, yemek yerken orkestradan müzik dinlediklerini gördü.
Yanıldığını anladı. Galiba burası şehrin yöneticisinin, büyük bir başarı sonunda halkına ziyafet verdiği yer diye düşünürken iyi giyimli bir adam, boş bir masa gösterdikten sonra o günün bütün yemeklerinden getirmeye başladı.
Karnı doyduktan sonra kalktı, kapıya doğru yürüdü, kapının önünde parlak elbiseli biri karşıladı. Behlül içinden Şehrin yöneticisi kesinlikle bu. Kendisi uğurlamak için kapının önüne kadar geliyor dedi.
Gelen adam bir şeyler söylüyor, anlamadığı için kendi diliyle ikramlar için teşekkürlerini bildiriyordu.
Derken o adam iki elini birbirine vurunca dört tane adam geldi, ikisi iki tarafına durdu, biri önde biri arkada olarak onu alıp götürürlerken Behlül, Ne iyi yönetici, beni şehrin dört tane eşrafıyla ağırlamak istiyor dedi.
Büyük bir binadan içeri girdiler, geniş bir salona vardılar. Yüksek bir yerde oturan heybetli bir adamı görünce İşte devlet başkanı da bu. Benim gibi bir garibi ağırayacak kadar mütevazi diyordu.
Onun hakim olduğunu, yemek parasını vermediği için kendisine ceza vereceğini de bilmiyordu.
Hakim, Behlül adına bir avukat tayin etti ve duruşma başladı ama söylenenleri anlamadığı için hakim kendisine her bakışında Behlül, başıyla hakime teşekkürler sunmayı ihmal etmiyordu.
Duruşma sonunda hakim kararını verdi. Behlülün suçu bir levhaya yazılacak ve o levha Behlülün boynuna asılacak. Behlül, eğersiz ve semersiz bir atın sırtına bindirilecek, önünde bir davulcuyla zurnacı olacak ve şehrin bütün sokaklarında gezdirilecek ki bir daha kimse böyle bir suçu işlemesin.
Davulcuyla zurnacı önde, iki görevli atın başından çekiyorlar, şehrin çocukları atın arkasında, şehir esnafından davul sesi duyan herkes kaldırımlarda Behlülü seyrederken Behlül sevincinden uçuyor ve Böyle bir devlet başkanını görmediğini, şehre gelen bir garibi önce doyurduğunu, sonra Müsafirimdir diye bir levhayı boynuna astığını, şehri gezerken yaya yürütmediğini, at verdiğini, iki görevliyi yanına verdiğini, hatta bir davulcu ve zurnacıyla da eğlendirdiğini düşünürken kalabalıklar arasından tanıdık birini gördü.
O kendi köylüsüydü. Ona bağırdı İşte köyümüzde ihtiyarların anlattığı o masal şehir, masal değil gerçekmiş. Bak beni nasıl karşılayıp gezdiriyorlar dedi.
Köylüsü, işin iç yüzünü biliyordu ama gerçeği söyleyerek Behlülün moralini bozmadı, gülümsedi ve başını eğdi.
Behlül, at üzerinde gülümseyen çehresiyle başı dimdik, halkı selamlayarak yoluna devam etti.
Bize ait olan bu hikayeyi, Beyrut doğumlu, Hıristiyan bir aileden gelen, genç yaşta Amerikaya göç eden, Amerikada bir ekol oluşturan, beş yüzün üzerinde baskı yapan, The Prophet isimli eserinde, Mustafa isimli bir peygamberi anlattığı için, İsa aleyhisselamın peygamber olduğunu, Allahın oğlu olmadığını söylediği için kilise tarafından aforoz edildiğinden, özgürlükler ülkesi Amerikada bir otel odasında 49 yaşında 1932 yılında aç ve bî ilaç ölen Cibran Halil Cibranın Külliyat ından aldım.
Ama ben bu türden sayısız Behlül tanırım. Hangisini yazayım derken hepsine tercüman olsun diye hikayeyi serbest bir şekilde terceme etmeyi tercih ettim.
İslâmi hizmetlerinden dolayı karakollarda kalan, hapis yatan, işkence gören, sohbet toplantıları basılan, dostum olan insanlar, tanırım ki, onlar otuz yıl oy verdikleri Başbakanın kendileri gibi düşündüğünü, çaktırmamak için sahip çıkmadığını, başbakanlıktan kendileri için göz yaşı döktüğünü, dua ettiğini, hatta okudukları kitabı onunda okuduğunu söylüyorlardı.
Keyiflerini kaçırmamak için güldüm ve başımı eğdim geçtim.
BEHLÜLLER
03/10/2019/Prşmb/Milligazete
Behlül,
köyünden ilk defa çıktı ve ülkesinin başkentine geldi. O, iç dünyasında her
şeyi güzelleştiren, hayal aleminde yaşayan bir adamdı.
Şehrin
merkezindeki geniş caddeler, yüksek heykeller, ve köşklere dikkatle bakıyor
hayretler içinde kalıyordu.
Gelip
geçenler bazı şeyler soruyor cevap alamıyordu. Behlülün söylediğini onlar
anlamıyordu, Behlül de onları anlayamıyordu.
Öğleye
doğru çok büyük bir otelin önünde durdu, dikkatle baktı, binanın yüksekliği,
güzelliği, bahçesinin düzeni ve sağlamlığına hayran kalmıştı.
İnsanlar
binanın geniş kapısından girip çıkıyorlardı. Behlül, kendi kendine Herhalde
burası kutsal bir insanın mezarı dedi ve içeriye daldı.
Geniş
bir salonda şık beylerin ve bayanların masalar etrafında oturduklarını ve
yemekler yediklerini, yemek yerken orkestradan müzik dinlediklerini gördü.
Yanıldığını anladı. Galiba burası şehrin yöneticisinin, büyük bir başarı
sonunda halkına ziyafet verdiği yer diye düşünürken iyi giyimli bir adam, boş
bir masa gösterdikten sonra o günün bütün yemeklerinden getirmeye başladı.
Karnı
doyduktan sonra kalktı, kapıya doğru yürüdü, kapının önünde parlak elbiseli
biri karşıladı. Behlül içinden Şehrin yöneticisi kesinlikle bu. Kendisi
uğurlamak için kapının önüne kadar geliyor dedi.
Gelen
adam bir şeyler söylüyor, anlamadığı için kendi diliyle ikramlar için
teşekkürlerini bildiriyordu.
Derken
o adam iki elini birbirine vurunca dört tane adam geldi, ikisi iki tarafına
durdu, biri önde biri arkada olarak onu alıp götürürlerken Behlül, Ne iyi
yönetici, beni şehrin dört tane eşrafıyla ağırlamak istiyor dedi.
Büyük
bir binadan içeri girdiler, geniş bir salona vardılar. Yüksek bir yerde oturan
heybetli bir adamı görünce İşte devlet başkanı da bu. Benim gibi bir garibi
adayacak kadar mütevazi diyordu. Onun hakim olduğunu, yemek parasını vermediği
için kendisine ceza vereceğini de bilmiyordu.
Hakim,
Behlül adına bir avukat tayin etti ve duruşma başladı ama söylenenleri
anlamadığı için hakim kendisine her bakışında Behlül, başıyla hakime
teşekkürler sunmayı ihmal etmiyordu.
Duruşma
sonunda hakim kararını verdi. Behlülün suçu bir levhaya yazılacak ve o levha
Behlülün boynuna asılacak. Behlül, eğersiz ve semersiz bir atın sırtına
bindirilecek, önünde bir davulcuyla zurnacı olacak ve şehrin bütün
sokaklarında gezdirilecek ki bir daha
kimse böyle bir suçu işlemesin.
Davulcuyla
zurnacı önde, iki görevli atın başından çekiyorlar, şehrin çocukları atın
arkasında, şehir esnafından davul sesi duyan herkes kaldırımlarda Behlülü seyrederken
Behlül sevincinden uçuyor ve Böyle bir devlet başkanını görmediğini, şehre
gelen bir garibi önce doyurduğunu, sonra Müsafirimdir diye bir levhayı
boynuna astığını, şehri gezerken yaya yürütmediğini, at verdiğini, iki
görevliyi yanına verdiğini, hatta bir davulcu ve zurnacıyla da eğlendirdiğini
düşünürken kalabalıklar arasından tanıdık birini gördü. O kendi köylüsüydü. Ona
bağırdı İşte köyümüzde ihtiyarların anlattığı o masal şehir masal değil
gerçekmiş. Bak beni nasıl karşılayıp
gezdiriyorlar dedi.
Köylüsü
işin içi yüzünü biliyordu ama gerçeği söyleyerek Behlülün moralini bozmadı,
gülümsedi ve başını eğdi.
Behlül,
at üzerinde gülümseyen çehresiyle başı dimdik, halkı selamlayarak yoluna devam
etti.
Bize
ait olan bu hikayeyi, Beyrut doğumlu, Hıristiyan bir aileden gelen, genç yaşta
Amerikaya göç eden, Amerikada bir ekol oluşturan, beş yüzün üzerinde baskı
yapan, The Prophet isimli eserinde, Mustafa isimli bir peygamberi anlattığı
için, İsa aleyhisselamın peygamber olduğunu, Allahın oğlu olmadığını söylediği
için kilise tarafından aforoz edildiğinden, özgürlükler ülkesi Amerikada bir
otel odasında 49 yaşında 1932 yılında aç ve bî ilaç ölen Cübran Halil Cübranın
Külliyat ından aldım.
Ama
ben bu türden sayısız Behlül tanırım. Hangisini yazayım derken hepsine tercüman
olsun diye hikayeyi serbest bir şekilde terceme etmeyi tercih ettim.
İslâmi hizmetlerinden dolayı karakollarda
kalan, hapis yatan, işkence gören, sohbet toplantıları basılan dostum olan insanlar
tanırım ki, onlar otuz yıl oy verdikleri Başbakanın kendileri gibi düşündüğünü,
çaktırmamak için sahip çıkmadığını, başbakanlıktan kendileri için göz yaşı
döktüğünü, dua ettiğini, hatta okudukları kitabı onunda okuduğunu
söylüyorlardı.
Keyiflerini
kaçırmamak için güldüm ve başımı eğdim geçtim.