ANA SAYFA



KİTAPLARIM


    BENİM GÖRÜŞÜM YALNIZ BENİ BAĞLAR


     BENİM GÖRÜŞÜM YALNIZ BENİ BAĞLAR

    12/09/2019/Prşmb/Milligazete

    Beyler ve hanımlar, bayanlar ve baylar, erkekler ve kadınlar, kalkınız ve bulunduğunuz yerdeki aynanın karşısına geçip kendinize dikkatle bakınız ve saçınızdan tırnağınıza kadar sizi siz yapan ve dünyadaki bütün insanlarla iç ve dış çizgilerinizin hiçbirinin diğer insanlarla örtüşmeyen, mutabık kalmayan teninizi seyredin ve bu çağa uymayan yerinizi belirleyin.

    “İlk insan nasıl yaratılmışsa, o günden bu güne kadar biz de aynı şekilde yaratılıyoruz.

    Arkeologların kazılarından bunun böyle olduğunu öğreniyoruz.

    Biz, üç bininci yıla girdik hala Hazreti Adem’in suretinde devam ediyoruz.

    Keşke kulaklarım, fil kulağı gibi olsaydı ve  dizlerime takılsaydı, gözlerim eşek gözü gibi olsaydı, omuzlarımda olsaydı, kollarım ahtapot kolu gibi olsaydı ve kafamda takılı olsaydı, veya nano teknolojiyle üretilseydim…” diyenimiz yok.

    “Biz hala hazreti Adem’in içtiği, iki hidrojen bir oksijenden meydana gelen suyu içiyoruz. Biz, çağdaş su istiyoruz” diyenimiz de yok ama bin dört yüz yıllık İslam ahkamından bilmeden şikayet ediyoruz.

    Kur’an-i Kerimin Allah kelamı olduğunu hepimiz biliyoruz.

    Rabbimizin “Kelam” sıfatının da ezeli ve ebedi olduğunu biliyoruz.

    Bu bilgimiz kafamızın bir rafında durur, ama öbür rafına da bizi bizlikten çıkaranların koyduğu, “Bin dört yüz yıllık ahkam” cümlesi ayrı ayrı duruyor.

    Bu ikinci cümleyi konuştuğumuz anda, aslında cahilliğimiz, ağzımızdan bir zehir dumanı gibi çıkıp ortamı uyuşturuyor.

    Kur’an-i Kerim 1400 yıllık değildir.

    O, Hazreti Havva anamızın kaşını, gözünü, başını, ayağını yaratan ve bu asırda bizi de ona benzer yaratan Rabbimizin kelamıdır.

    Bazı Proflarımızın, siyasilerimizin, aydınlarımızın, bu “1400 yıllık ahkam” cümlesini kullanırken bir kısmının niyetinin, sonraki müçtehitler olduğunu da biliyorum ama o zaman “1200 yıllık ahkam” demesi gerekirdi.

    Bir kısmı da görüştüğü, konuştuğu, tanıştığı İslam alıp-satan İslamcı arkadaşının, İslam adına söylediklerini İslam zannetmesinden ve onun da başlangıcının 1400 yıl önce olmasından meydana gelir.

    Tabiat kanunlarını yaratan Allah celle celalühtür.

    Kur’an-i Kerimi indiren yine Allah celle celalühtür.

    Dünyada yaşayan ve yaşamayan bütün ilim adamları bu dünyamıza ilave bir tabiat konunu koyamadıkları, tabiat kanunlarını keşfederek insanlığın işini kolaylaştırdıkları halde bir kısım paragözlerin plastiği yiyecek, içecek ve giyeceklere de katması, bir kısım insanlar tarafından elli yıl önce tasvip edilmesine rağmen akla hayale gelmeyen hastalıklar üretince bu çağda bütün ilim adamları katkısız, tabii, organik olanlara geri dönmeye başladılar.

    Kalbimizi, kalıbımızı, kanımızı, canımızı, tenimizi, kaşımızı gözümüzü…yaratan Rabbimizin binlerce yıl önce yarattığı bu insan şeklinden memnun olduğumuz halde bir kısım yine paragözler, makam düşkünleri, şehvet tacirleri Allah celle celalühüne karşı kendi egolarında besleyip büyüttükleri kanunları sunuverdiler ve toplumda harplerin, hastalıkların, organ tacirlerinin, savaş zenginlerinin, sömürgen devletlerin, silah tüccarlarının, paralı orduların…türemesine sebep oldular.

    Bir çok aklı başında insan bu durumdan kurtulmanın yollarını aradıkları bu günlerde gözler, İslam’a çevrildi ama araştırmacıların önüne siyasette, eğitimde, ticarette, sanatta…öne çıkanların tavırları da onları tatmin etmediği gibi umutlarına kezzap suyu döktü.

    İstanbul’da birebir tanıdığım insanlar vardır.

    Elli yıl boyunca dişlemediği harman kalmamış,

    Derken birden namaza, oruca başlamış,

    Para sorunu olmadığından hacca gidip gelmiş,

    Eski meşhurluğunu da kullanarak önde durmayı başarmış,

     Kur’an okumasını bilmediği gibi bir tek İlmihal okumamış,

    Neden okumadığı konusunda da kendini ikna etmiş kişiler,

    Her konuda, her mecliste, her meydanda, her ekranda “İslam’a göre…” diye başlayan tutarsız lafü güzaflarını, İslam’a mal ediyor ve onu dinleyen, Müslüman hanım veya bey, “İslam buysa, ben bunu kabul etmiyorum” deyince hemen onun kafirliğini ilan ediyor.

    Kur’an ve Sahih sünnetin nasıl anlaşılacağı ve nasıl uygulanacağı, sevgili peygamberimizin örnekliğinde onun arkadaşlarının yaşadığı ve o günden bu güne kadar milyonlarca ilim adamının uyduğu “Ehli sünnet” çizgisinden ayrılmamaya dikkat edersek,

    Kitap ve Sünneti bilmeyen, bu konuda hayatlarını bu yola koyan müçtehit imamlarımızın içtihatlarını tanımadan, insanları kendi görüşüne  çağıran “Bana göre” cileri de kendimizi de İslam’ı ana kaynaklarından öğrenir ve yaşayarak örnek olursak,

    İslam’ın 1400 yıllık olmadığını, hava gibi, su gibi, güneş gibi, toprak gibi demeyeyim, daha ileri bir şekilde bütün insanlık, kendini yaratan ve yaşatanın yönetimine gönüllü olarak girecektir.

    Benim görüşüm, yalnız beni bağlar. Eşimi ve çocuklarımı bağlamaz.

    AMA HEPİMİZİ YARATAN VE YAŞATAN RABBİMİZİN TABİAT AYETLERİNE UYDUĞUMUZ ORANDA SAĞLIĞIMIZI KORUDUĞUMUZ GİBİ, KUR’AN-İ KERİMİN AYETLERİ DE, BÜTÜN İNSANLARIN İKİ DÜNYASINI GÜZELLEŞTİRİR.

    Not: Makaleme başlarken kadın ve erkeklere hitabın hepsini kullanmamın sebebi, “Sen bana ‘Bey’ diyemezsin, “Sen bana ‘Bayan’ diyemezsin” diye baştan itirazla karşılaşmamak için yazdım.