BOYUNDURUKTAN KURTULMAK GEREK
20/11/2019/Çrşmb/Milligazete
Türkiye’de altmışın üzerinde parti ve parti
başkanı varmış.
Her biri bir demeç vermek istese kendisinden
başkalarını demokrat olmamakla suçlar ve kendileri iktidara geldiklerinde
demokrasiyi tam uygulayacağını söyler.
Her parti, İçişleri Bakanlığına kuruluş için
verdiği dilekçeye “Demokrasiye, Laikliğe..” bağlı kalacağı konusunda garanti
verir.
Dilekçe verdiği yer, Demokrat baba mı ki, ona
garanti veriyor dilekçeyle.
Kurulur, seçime girer, çoğunluğu alan veya koalisyona
gider ve hükümet kurarlar.
Türkiye genelinde 500 oy alamayan, “Seçimin
demokratik olmaması nedeniyle” kaybettiklerini söyler.
Çoğunluğu elde edemeyen parti, daha önceleri
görüldüğü gibi karşı partiden Milletvekili satın alır ve demokratik kurallara
göre hükümeti kurar.
Hepsi, “Hakimiyyet Kayıtsız Şartsız
Milletindir” der, millet kendisine oy verirse demokrasi işlemiş olur, karşı
partiye verirse seçim demokratik olmamış sayılır.
Yani, kendisinden başka demokrat yok demektir.
Milletin oy verdiği sağcı veya solcu partinin
eskiden olduğu gibi satın alırken satın alana göre yapılan iş demokrasiye
uygundur, partisinden satılan partiye göre demokrasiye aykırıdır.
İktidarın bir oy farkıyla çıkardığı kanunu,
muhalefet, bir oy satın alarak yeniden oylama yapıldığında tam aksi olarak
kanunlaşabildiğinden hep kaybedenler, seçimin demokratik olmadığını, kazananın
ise demokratik yollardan kanunlaştığını söyler.
Birileri çıkar da “Yahu bu oyuna son verin,
birbirinizi kandırmayın, Meclis kürsüsünün bile kilosunu öğrenmek için oylamaya
gitmiyoruz ve tartıyla öğreniyoruz.
Gelin Hakkın üstünlüğünü kabul edelim ve Hak
ölçülerine riayet edelim” diyen Necmettin Erbakan Merhumun “Milli Nizam” isimli
partisinin adı bile güzeldi, kapattılar.
“Milli selamet” yollarını gösterdi, kapattılar.
“Refah Partisi” dedi “bu Millete refah gerekmez
diye yine kapattılar.
“Fazilet Partisi” dedi, bu kadar reziletin
arasında fazilete yazık olur diye mi, yoksa bizim rezaletimiz ortaya çıkmasın
diye mi nedendir bilinmez yine kapattılar.
Halbuki, İstiklal Marşımızın ikinci kıtasının
dördüncü mısraında:
“Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl.”
Diyor.
Hatta bu Mısra’ya Mehmet Akif Ersoy merhum
öylesine önem veriyor ki, Marşın onuncu
kıtasının sonuncu mısraında tekrarlıyor ve Marşını şöyle diyerek bitiriyor:
“Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl”
“Tek dişi kalmış canavar” dediği insanların
canavarlığını 1940-1945 yılları arasında Avrupa’da beş milyon insanı öldürürken
gördükleri gibi, bu günlerde Ortadoğu’da herkes görüyor ve onun 1938 de
söylediği reçetede “Canavar” ın değerleri değil, Hakkın değerlerine umut
bağlamımızı istiyor:
“Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da
yakın.”
Yarını yaklaştıralım.
İlköğretim, Ortaöğretim ve Yükseköğretimde
görevli olan her Müslüman, dersi ne olursa olsun, anlattığı maddeyi yaratanın
damgasını gizleme tarafına gitmesin ve o damgaya özellikle dikkat çeksin.
Resim öğretmeni, öğrencilerine resmini yapmalarını
istediği saksıdaki çiçeğin, o topraktan kırmızı, mor, beyaz, yeşil renk ve
desenlerle nasıl çıktığına da dikkat
çekerek öğretsin.
Hukukçularımız, Roma hukukundan bu güne kadar
gelen tüm insani kanunların çıkmazlarını, kanunlarla ayılan zulümlerini
anlattıktan ve son kullanma tarihlerini de söyledikten sonra, Kur’an’ın
hükümlerinin sanki bu gün bizim şartlarımız için inmiş gibi tazeliğini
koruduğunu anlatsın.
Rabbimiz:
مِنْ
أَجْلِ ذَلِكَ كَتَبْنَا عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْسًا
بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الْأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ
جَمِيعًا وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا وَلَقَدْ
جَاءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ إِنَّ كَثِيرًا مِنْهُمْ بَعْدَ
ذَلِكَ فِي الْأَرْضِ لَمُسْرِفُونَ
Bundan dolayı İsrail oğullarına şöyle yazdık: "Kim,
adam öldürmeyen, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir adamı öldürürse, bütün
insanları öldürmüş gibidir. Kim de bir canı kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış
gibidir. Elçilerimiz onlara apaçık delillerle geldiler. Bundan sonra da
onlardan bir çoğu yeryüzünde aşırı gittiler.” Buyurur.(Maide süresi ayet 5/32)
Dünyamızın en üstünde olan kurumu Birleşmiş
Milletler.
İki yüz kadar milletin temsilcisi orada bir araya
gelirler ve İsrail’in haksız yere Kudüs’ü işgal ettiğini ve haksız yere
insanları öldürdüğünü görüşürlerken çoğunluk İsrail’i cezalandırmayı göze almaz
ama “Kınayalım” derler.
Karar, Güvenlik konseyine gider ve Amerika’nın
bir tek parmağıyla kınanamaz.
Kararlar, kanunlara uygundur, demokratiktir.
Kur’an-i Kerim ayetinde “Nefsen” derken
“dünyada herhangi bir insanı öldüren, bütün insanlığı öldürmüş gibidir” der.
Sekiz milyardan hiç birini hatta işgalci
İsrail’de yaşayan ama haksızlığa karşı olanlar da dahil herkesin kanı
korunmalıdır der.
Tek parmak demokrasisinde ise o, tek parmakla
tetiğe basarak her sene üç milyona
insanı Ortadoğu’da, Güney Amerika’da, Asya’da öldürebiliyor ve bu yetkiyi 200
devletin oylarıyla elde ettiğinden demokrasiye de uygun oluyor.
Çıkış yolu:
Bu
boyunduruktan kurtulmak için sağcı solcu kavgasından kurtulmak.
Batı değerleriyle devlet yöneten Süleyman Demirel
gibi yöneticilere bakarak İslam hakkında karar vermekten vazgeçmek.
Ortak değerimiz olan İslam’a sımsıkı sarılmak.
Eğitim yoluyla herkese İslam’ın her sahada
söylediği ve gösterdiği değerleri öğretmek.
Yediği yemeği iliğe, kana dönüştürdüğü gibi, İslam’ın
emir ve yasaklarını, teninin her hücresine yerleştirerek, maddeyi manaya
dönüştürmek suretiyle her hücrede Allah sevgisinin
kalp atışlarını sağlamak.