DİN GÖREVLİLERİ NEDEN D
Tarih kitaplarında devlet başkanının özellikleri ve güzellikleri anlatılırken, devlet başkanının ulemaya karşı gösterdiği yüksek saygıdan, sevgiden ve ulemaya yaptığı iyiliklerden, ulemanın atının ayağından sıçrayan çamuru bir nişan gibi sakladıklarından bahsederler.
Günümüzde de dine inanmamış olan bir siyasi, din adamını görünce batılıların papaza yaptığı saygı türünden bir tavır sergiler ama onun sahip olduğu imanı yok etmek için gerekeni yapmaktan geri kalmaz.
Geçmişte ve günümüzde sevgi, saygı ve hediyenin ötesine geçmemiş bir ilişki olmuş.
Padişahların gönderdiği hediyeler, sevgi gösterisi kabul edilmiş.
Halbuki dili keskin şairlerin ağzına altın doldurarak susturulduğu gibi ağız kapatma hediyesi olabilir.
Saygı gösterirler ama şehrin güzelleştirilmesi, sanatkarların desteklenmesi, büyük iş merkezlerinin açılması, AB, ABD ilişkileri, ekonomi, eğitim, güvenlik, terör konuları görüşülürken din görevlileri dinlenmezler.
İşte İbni Haldun bunun sebebini bab 3, fasıl 31 de Polis teşkilatlanmasını anlatırken ülke meselelerine çözüm yolları aranırken çoğunlukla ulemanın oturuma alınmadığını, alınırlarsa bile formaliteyi tamamlamak için alındıklarını, taşıdıkları ilme hürmeten saygı gördüklerini anlatır ve bu duruma kızan, Ulemaya değer verilmiyor. Peygamberimiz Alimler, peygamberlerin varisleridir buyurmuş diyen alimlerin de haksız olduğunu anlatıyor, haksız olduklarını da ispat ediyor ve hadisi şerife de güzel bir yorum getiriyor.
Gerçi İbni Haldunun burada bahsettiği ulema, Fıkıh, Hadis ve Tefsir ilimlerini bilen ulemadır. Gerçek şu ki günümüz mühendisleri, mimarları, siyaset profları, sosyologları vs. bütün ilim adamları da aynı şeyden şikayet etmekteler.
İşte İbni Haldun bu ilim adamlarının şikayetlerinin haksız olduğunu, çünkü ilim yalnız bilginin hafızaya alınması olmadığını, o bilginin bilgin tarafından tatbikata konulması gerektiğini, yoksa kimsenin tatbik edilmeyen ilme değer vermeyeceğini anlatır.
Yalnız lafa gücü yeten, onun dışında gücü olmayanların sözünün geçmeyeceğini bildirir. Yani Lâfla peynir gemisinin yürümeyeceğini anlatmaya çalışıyor.
Ahmet b. Hanbelin Müsnedinde rivayet ettiği Alimler, peygamberlerin varisleridir hadisini açıklarken Selefi salihin diye sevdiğimiz ve de saydığımız Ashab ve Tabiin, dinine bağlı takva sahibi insanlar şeriatın rengine boyanmışlar ve onun sıfatını taşır olmuşlardır. İşte bunlar peygamber varisidir. Amma şeriatı söz olarak taşıyan, ibadetlerin nasıl yapılacağını öğretmede o ezberindeki ibareleri delil olarak sunan ama o bilgileri kendi hayatına taşıyamayan ve o ilimle sıfatlanamayan ilim adamlarının peygamber varisi olmadıklarını anlatır ve ilmi hayata nakleden selefi salihin, tabiin, ve dört imamın gerçekten peygamber varisi olduklarını söyler ve ilmin amele/eyleme geçmesinin önemini anlatmak ve bu eylemi gerçekleştirenlerin sayısının az olduğunu bildirmek için
..Ancak iman edip ameli salih işleyenler müstesna. Onlar da ne kadar azdır
. (Sâd 24) ayetini delil getirir.
Eğer iki insandan biri alim, diğeri abid ise abid olanın peygamber varisi olduğunu söyler.
Tabiidir ki o da mirasın yarısını almıştır. Asıl olan hem ilim, hemde o ilmin hayata geçirilmesi konusunda öncülük etmektir. Yani ilmiyle amil olanların sözüne değer verilir.
Ayrıca Bölüm 5, fasıl da din ilmi tahsil edenlerin sahip oldukları şerefli ilimle şereflendiklerinden servet ve otorite sahiplerinin yanına gitmeyi zillet kabul ettiklerinden hiçbir zaman servet sahibi olamayacaklarını, sahip oldukları ilim, ekmek gibi zaruri ihtiyaçlardan olmadığı için halkın ve devlet yöneticilerin de rağbet etmeyeceğini ve onun için fakir olacaklarını anlatır.
Emevi devletinde en az ücret alanların ulema olduğunu onların arşivlerine bakarak söyler.
Mukaddime, Bölüm 6, Fasıl 42 de insanlar arasında siyasetten en az anlayanların ulema sınıfı olduğunu bildirir ve sebebini söyler:
Ulema, mana denizine dalan fikir adamlarıdırlar.
Hükümleri soyut ve geneldir.
Olayları benzerleriyle kıyaslayarak fazla ihtiyatlı olurken zamanı kaçırırlar.
Fıkıh kitaplarında veya kendi iç dünyalarında geliştirdikleri düşünceler çoğu kere dış dünyada ki olaylarla çatışır.
Halbuki medeniyetin gelişmesinde bir olay daha önceki bir olayla açıklanamayabilir diyerek ulemanın bu duruma uyum sağlayamadığını söyler.
İman, amele dönüşmedikçe hayat halinde yaşanırlığı gösterilmedikçe saygı gösterisinin dışında bir şey beklememeleri gerekir.
Türkiyede seksen bin camisi, yani salonu olan başka bir kuruluş yoktur.
Seksen bin olan bu mübarek mekanlar, şehri, mahallenin ve köyün en merkezi yerlerinde olmalarına karşın sosyal hayatta en etkisiz mekanlardırlar.
Sebeplerini diyanetin tepesinde olup hiç değişmeyenleri bilirler, sohbetlerde söylerler ama hiçbir zaman uygulamazlar.
Merkezin set görevi yapanlardan arındırılması gerekir.
|
|
|