ANA SAYFA



KİTAPLARIM


    GÖNÜL SADAKASI


    GÖNÜL SADAKASI

    05/05/2021

    Mahmut Toptaş

    Kırk yıllık dostum, kırk yıllık gazeteci Hasan Özünal beyefendi, Facebook’tan çok güzel bir hatırayı paylaşmış.

    Paylaşırken yazım ahlakına dikkat etmiş ve Sevim Emre isimli bir hanımefendiden alıntı yaptığını yazmış.

    Ben de googl’a sordum en eski tarih olarak 18 Haziran 2020 tarihinde facebook gönülden gönüle damlalar’da yayınlanmış.

    Belki daha eskilerde yayınlanmış olabilir ama benim ulaştığım en eski tarih bu.

    Şeyh Ali Tantavi ile kızı arasında geçen bir konuşma.

    Merhum Şeyh Ali Tantavi’yi isim olarak tanırım.

    Şeyh Ali Tantavi (1909-1999) Suriye asıllı olup 1960 da Suud’a gitmiş ve orada Üniversitede hocalık, radyo, televizyon programcılığı, Mısır, Suriye ve Suud’da kanun yapan komisyonlarda görev almış alim, “fakihlerin edebiyatçısı, ve ediplerin fakihi” bir zattır.

    Kardeşi Said Tantavi ile 1985 hac mevsiminde Arafat ve Mina’da dört gün aynı çadırda merhum mimar mühendis Ömer Kirazoğlu, Muzaffer Can, Necati Öztürk..le beraber tadına doyulmaz ibadet ve sohbetler yaptık.

    Said Tantavi, Kur’an, Hadis ve Arap şiirinde, Allah ve peygamber sevgisine ait Ayet, Hadis ve şiirler okuyordu, Ömer Kirazoğlu’ndan da Türk dilinde yazılmış şiirlerle beraber kendi yazdıklarını dinledik.

    Said Tantavi’nin konuşmalarından anladığım kadarıyla Allah sevgisi, Rasülüllah sevgisi ve Ashab-ı Kiram sevgisinden sonra, Osmanlı sevgisi geliyordu.

    Necati Öztürk, Allah ve Rasülüllah sevgisi hakkında  yazılmış Türkçe, Arapça ve İngilizce eserlerin nerede, kim tarafından yazıldığını ve nerde hangi tarihte basıldığını söylüyordu, çadırın ikram sahibi de, Zadü’l Mead’ı Türkçeye terceme eden Muzaffer Can hocaydı.

    Ben, bu makalenin orijinalini buldum.

    2000 yılında yayınlanan “Makalat ve Kelimat” isimli kitabının 296 ve 297 inci sayfasında yayınlanmış.

    Türkçeye terceme eden zatın adını bulamadım ve onun tercemesiyle aynen naklediyorum:

     “Şeyh Ali Tantavi'nin kızı anlatıyor: "Biraz fasulye ve biraz pilav alarak bakır bir tepsiye koydum.

    Üzerine patlıcan, salatalık ve bir kaç tane kayısı ekledim. Tam dışarı çıkacaktım ki babam sordu:"

    - Nereye gidiyorsun kızım?" "Ninem bunları güvenlik görevlisine götürmemi söyledi" diye cevap verdim.

    Bunun üzerine babam:" - Şöyle yap. Mutfaktan bir kaç porselen tabak daha getir. Her bir şeyi ayrı tabağa koy ve tepsiyi güzelce düzenle. Yanlarına kaşık, bıçak ve bir bardak su da koy, öyle götür" dedi. Dediklerinin hepsini yaptım ve elimdekileri güvenlik görevlisine götürdüm. Dönünce babama neden böyle yapmamı istediğini sordum.

    Babam : "Yemek ikram etmek 'Mal' sadakasıdır.

    Bir şeyi düzgün vermek ise 'Gönül' sadakasıdır.

    Birincisi karnı doyurur;

    İkincisi ise kalbi doldurur.

    Birincisi, güvenlik görevlisine, yardım isteyen dilenci hissini verir.

    İkincisi, yakın bir dost, iyi bir misafir olduğu hissini verir." Diye cevap verdi ve devam etti:"

    -Maldan vermek ile gönülden vermek arasında büyük bir fark vardır.

    Gönülden olanın hem Allah katında hem de insanlar yanında değeri daha büyüktür." Dedikten sonra biraz durdu.

    Sonra gözlerimin içine bakarak sözlerini şöyle tamamladı:"- Bak yavrucuğum. Yapacağımız ikramlar, sevgi ve iyilikle birlikte olsun. Sakın aşağılayıcı ve küçük düşürücü olmasın"

    Not Orijinalini bilenler, idare edin. Tercemede üslup güzel. Terceme edene de teşekkür.

     

    Ancak orijinalinde en son fıkra terceme edilmemiş ve o son fıkrayı terceme edip koyuyorum:

     “Ey  ihsan sahipleri, (iyiliğini en güzel şekilde yapan/her saniyesinin Allah tarafından görüldüğü ve bilindiği inancıyla iş yapan) lar, malınızdan verdiğiniz gibi gönlünüzden de veriniz.

    Verdiğiniz insanın, sizin kardeşiniz olduğunu, sizin de onlar gibi olduğunuzu hissettiriniz.

    Yardımda bulunurken, bulundukları yere ininiz ve elden ele veriniz.

    Yukarıdan  üzerlerine sarkıtmayınız.

    Altın kesesini, fakirin eline verirseniz onu zengin eder.

    Altın kesesini, altıncı kattan kafasına atarsanız onu öldürür!”

    يقول الشيخ على الطنطاوي رحمه الله:

    رأيت البنت البارحة قد أخذت شيئاً من الفاصولياء وشيئاً من الرز، وضعتهما في طبق كبير من النحاس، ووضعت عليهما قليلاً من الباذنجان، ورمت في الطبق خيارة وحبات من المشمش... وذهبت به.

    فقلت: لمن هذا يا بنت؟

    قالت: للحارس، أمرتني جدتي أن أدفعه إليه.

    قلت: ارجعي ياقليلة الذوق، هاتي صينية، وأربعة صحون صغار، وملعقة وسكيناً وكأس ماء، وضعي كل جنس من الطعام في صحن نظيف.

    فوضعت ذلك كله في الصينية مع الملعقة والسكين والكأس.

    وقلت: الآن اذهبي به إليه.

    فذهبت وهي ساخطة تبربر وتقول كلاماً لا يفهم.

    فقلت: ويحك هل خسرت شيئاً؟

    إنّ هذا الترتيب أفضل من الطعام، لأن الطعام صدقة بالمال، وهذه صدقة بالعاطفة.. وذلك يملأ البطن، وهذا يملأ القلب.. وذلك يذل الحارس ويشعره أنه شحاد مُنّ عليه ببقايا الطعام، وهذا يشعره أنه صديق عزيز أو ضيف كريم.

    وتلك يا أيها القراء الصدقة بالمادة، وهذه الصدقة بالروح، وهذه أعظم عند الله، وأكبر عند الفقير، لأن الفرنك تعطيه السائل وأنت مبتسم له أندى على قلبه من نصف الليرة تدفعها إليه متنكراً متكبراً عليه، والكلمة الحلوة تباسط فيها الخادم، أبرد على كبده من العطية الجزيلة مع النظرة القاسية.

    فيا أيها المحسنون، أعطوا من نفوسكم، كما تعطون من أموالكم، وأشعروا الفقراء أنكم إخوانهم، وأنكم مثلهم، وانزلوا إلى مكانتهم لتدفعوا إليهم الصدقة يداً بيد، لا تلقوها عليهم من فوق، فإن صرّة الذهب إن وضعت في يد الفقير أغنته، وإن ألقيت على رأسه من الطبقة السادسة قتلته