GAMSIZ
02/10/2019/Çrşmb/Milligazete
Elli yıldır tanırım. Kur’an okumasını bilmez,
bu gün kullandığımız latin alfabesini de heceleyerek okur.
Bir evi bir atı, bir hanımı ve altı çocuğu
vardı.
Arabasıyla pazara çıkar, bir iş alır, eğer
aldığı ücret atın arpa ve samanına, o günlük evin ekmeğini almaya yeterse hemen
eve döner, atı ahıra bağlar, kendisi çocuklarıyla beraber olurdu.
Eşinin de ilgileneceği bir ineği olurdu, sütünü
sağar, yağını çıkarır, evin ihtiyaçlarına harcardı.
Camiden başka gideceği yer de yoktu.
Zaten evde sekiz kişiydiler ve çok mutluydular.
Zamanla altı çocuk, altı kişiyle evlilik
yaptılar.
Hepsi helal süt emmişler ki, gelenler de aileye
ve birbirlerine karışıverdiler.
Babayı tenkit eden tanıdkları, bir iş aldıktan
sonra eve geri gelmesini tenkit ederlerdi.
“Gelmese de akşama kadar çalışsa da arpa ve
ekmek parasına ilave kazanç elde etse” derlerdi.
Ben de mantıklı bulurdum ama söyleneni
onaylamadan sessizce geçip giderdim.
Adamın gençliği rahat geçiyor.
İhtiyarlığına da otuz yıl var.
Otuz yıl yaşayacağının garantisi yok.
Gününü gün ediyor, eşine ve çocuklarına doya
doya babalık yapıyordu.
Demirel gider, Ecevit gelir, onu hiç
ilgilendirmezdi.
Konuşmaya da katılmazdı.
İçinden neler geçerdi kimse bilmezdi.
Severdi beni. Sorduğum sorulara bir veya iki
kelimeyle cevap verirdi.
1975 de Merhum Necmeddin Erbakan’ı sordum,
“İyi” dedi o kadar.
Hatırım için mi dedi yoksa gerçekten mi söyledi
bilemedim.
Yaşı sekseni geçti.
Kızlarından birinin evinde toplanacaklarını
söylediler ve beni de davet ettiler.
Biraz geç vardım, geniş balkonun üzerini asma
yapraklarıyla kaplamışlar, koyu gölgeler altında yan yatmış, kasketinin ucu
yana dönmüş, bağrını da poyraz rüzgarına vermiş keyifle altı+altı ve torunların
arasında keyif yapıyordu.
Beni görünce toparlandı, oturumuna geldi, “Hoş
geldin” dedi.
Ben de ona, “Sende ki bu keyif, Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’de yok.
Bir kere Cumhurbaşkanları, böyle balkonda açığa
oturamazlar.
Cumhurbaşkanının karşısında böyle senin gibi,
sana yürekten bağlı, seni seven, etrafa mutluluk yayan adamlar, ve cıvıl cıvıl
kuşlar gibi ses çıkarak çocuklar yok.
Onun yanındakiler, ayağının altına karpuz
kabuğunu nerede koyalım fikrindeler.
Bir kurşun menzili kadar yerlerden bütün
insanlar uzak tutulurlar. Yakına gelenler de kontrolden geçerler.
Nasıl bir emekli maaşı aldığını sormadım ama
asgari ücretin altında imiş.
Bu güne kadar kafaya hiçbir şeyi takmamış.
“Devlet, sizin gibilerin maaşını kesecekmiş”
dedim, yüzüne dikkatle baktım, yüz çizgilerinde hiçbir hareket yok, “Allah
Kerim” dedi.
Anne öldükten sonra altı çocuk, sırayla onun
evine eşiyle beraber sabahtan gelip, kahvaltıyı beraber yapıyorlar, işe giden
gidiyor, kalanlar akam yemeğinden sonra yatsı namazını da kıldıktan sonra
babayı yatağa yatırıp evlerine gidiyorlarmış.
İkinci gün yine diğer biri sabahtan gelip yatsı
namazından sonra gidiyorlar.
Çocuk altı, hafta yedi gün olunca günler hep
değişiyor.
Pazar günü, sıra hangisinde ise altı+altı
çocuk, kırk kadar torun ve torunun torunu onun evinde kaynatıyorlar.
Kendisiyle beraber arabacılık yapıp akşama
kadar atı da kendisini de yoranlardan bazısını sorduğumda, “o elli yaşında
kanserden öldü, mal bölüşümünde oğlu, eniştesini öldürdü.” Dedi.
Öbürünü sorduğumda, “Çocuklarıyla küsler.
sağlığında mal bölüşünde bulunmak istediler, o da vermeyince yalnız başına
evinde çok rezilmiş” dedve
Altı çocuğu ve sonradan kazandığı altı eşlerin
hepsi ev onların çocukları babalarını örnek almışlar gibi, namazlarını
kılarlar,
Helalından kazanmaya çalışırlar,
Hanımları da evde sirke yapıp satarlar, domates
salçası, biber salçası yaparlar, meyveleri kuruturlar, reçel ve marmelat yapıp
satarlar.
Temiz yaptıkları bilindiğinden, hile
bilmediklerinden satışları da iyi gider.
Para biriktirmeye değil, çocukların sevgisini
kazanmaya ağırlık verirler,
Gıybet yapmazlar,
Komşularıyla iyi geçinirler,
Pişen yemekten, alt ve üst kattakine vermeye
dikkat ederler.
Ölünce parçalanacak mal olmadığından,
parçalanmak hiç akıllarından geçmez.