ANA SAYFA



KİTAPLARIM


    HAPİSHANEDEN KİTAP ÇALA


    1970 yıllarında Karaman imamlarından biri Başbakan Sayın Süleyman Demirel’e mektup yazar.

    Mektubun özü, Başbakanı İslama göre hareket etmeye davet eder.

    Mektubun Başbakana ulaştığını bilmiyoruz ama Başbakanlık mektup okuma ekibi mektubu “gereğinin yapılması ricasıyla” Diyanet İşleri başkanlığına gönderir.

    Diyanet de o mektubu Teftiş Kurlu Başkanlığına gönderir.

    Teftiş Kurulu Başkanlığı da bir müfettişe teftiş görevi verir ve müfettiş Karaman’a gelir.

    Müfettiş, müftülük binasında saat onda İmamın ifadesini almış. Saat 14 de bütün imam ve müezzinlerle görüşmek istemiş ve toplantı yapılmasını istemiş.

    O günlerde evlerimizde telefon yok.

    Müftülük müstahdemi bisikletiyle dolaşıp toplantıya çağırıyor.

    Saat 14 de Müftülük salonunda biz toplandık.

    Biraz sonra Müftü efendiyle beraber müfettiş bey de salona girdiler.

    Müftü efendi müfettiş beyi tanıttıktan sonra onu kürsüye davet etti.

    Müfettiş, “Aslında ben, giriş kapısında durup her birinizin el ve ayaklarından öpmem gerekirdi. Ben ve bizler CHP’nin jandarması değiliz. Diyanet İşleri Başkanlığı Müfettişleriyiz. Hizmete engel olmak için değil, hizmetin önündeki engelleri kaldırmak için varız.

    Sizler ne mübarek insanlarsınız. (Ben kendime ve etrafıma yeniden baktım ve mübarekleri yeniden gözden geçirdim.)

    Müfettiş devam etti “Biz, Ankara’da Başbakanlığın karşısında hazır ol vaziyetinde dururuz. Parmağımızı kaldırsak Başbakanın gözüne girecek kadar yakınız ama sizin kadar etkili olamıyoruz.

    Karaman’da oturuyor, Ankara’yı sallıyorsunuz. Size teşekkür etmek için toplantıya davet ettim. Geldiğiniz için teşekkür ederim” anlamında bir konuşma yaptı.

    Teftişine geldiği değerli ve mübarek imama da “Sen şu boş kağıdı imzala ben üst tarafını doldururum. Siz hizmetlerinize hız veriniz” demiş.

    O güne kadar CHP’nin Jandarması zannettiğimiz bu değerli insandan bu konuşmayı dinledikten sonra bizi kim tutabilir.

    Cami sohbetleri, cami dışında akşam sohbetleri, uzun kış gecelerinde şehrin ticaret ve siyasette önde olanlarına Kur’an Tefsiri, Diyanetin bastığı “Sahihi Buhari, Tecridi sarih tercemesi” ni, Ömer Nasuhi Bilmen hocanın “Büyük İslam İlmihali” ni, Mevdudi ve Seyyit Kutub’un yeni terceme edilen eserlerini akşam sohbetlerinde özetleyerek anlatmalar.

    Birkaç arkadaşla çıkardığımız Uyanış gazetesinde dinimizi anlatan makaleler…

    Meğer biz, mübarekmişiz de haberimiz yokmuş.

    Müfettiş bize bizi haber verdi.

    Biz, durur muyuz?

    1971 yılında 12 Mart darbesi oldu.

    O yıl Birleşmiş Milletlere bağlı Unesco, 1971 yılını kitap yılı ilan etmişti.

    Ben de şehri Kaymakamına ve daire müdürlerine “İslamda Sosyal Dayanışma” isimli eseri posta yoluyla hediye ettim.

    Hakim ve savcılara asılarak şehit edilen Mısır savcısı Abdülkadir Udeh’in “İslam Şeriatı” isimli eserini gönderdim.

    Banka Müdürlerine Prof. Dr. Muhammet Hamidullah beyin “İslam Ekonomisi” isimli eserini gönderdim.

    Pazartesi günü evime bir polis gelir ve öğleden sonra karakola gelmemi ister.

    Ömrümde ilk defa karakola gideceğim.

    Bana beyaz yüzlerini mi gösterecekler, kara kollarını mı gösterecekler bilmiyorum.

    Komiser bey güler yüzle karşıladı.

    Savcı beye beraber gittik.

    Kalın kaşlı bir savcı. Elli beş yaşlarında gösteriyor.

    Kaşlar çatık.

    - Bu kitabı sen mi gönderdin?

    - Evet efendim.

    - Niçin gönderdin?

    - Üzerinde “Kitap yılı olması nedeniyle hediyemdir” diye yazıyor. Yalnız size değil, bütün hakim ve savcılara, kaymakam beye, bütün daire amirlerine, banka müdürlerine gönderdim.

    - Bana neden “İslam şeriatı” isimli kitap?

    - Yazarı da bir savcı olduğu için. Hukuk Fakültesinde Roma hukuku okutulur ama İslam Hukuku okutulmaz. Bir savcının gözüyle yazılmış bir İslam Hukuku kitabı okumanız için.

    Kaşların çatılması gitti.

    - Buyurun oturun.

    - Teşekkür ederim.

    - Ne içersiniz?

    - Çay.

    Derken birkaç çay daha. Uzun sohbetin ardından kapıya kadar uğurladı ve “Beklerim” dedi.

    12 Mart muhtırasında solcu Başbakan Nihat Erim döneminde çoğunluğu solculardan, o günkü ifadeyle komünistlerden olan insanlarımızı hapishaneye doldurdular.

    Hapishanede boş boş duracaklarına kitap okusunlar diyerek savcıya gittim ve teklifimi götürdüm.

    Savcı bey teklifimi çok iyi karşıladı ama “Yetmiş sente muhtacız. Yazışmalarımızın kağıt parasını cebimizden veriyoruz. Kitap alma konusunda ben kendim katkıda bulunurum ama ödeneğimiz yok” dedi.

    “Siz, izin verin ve Hapishane müdürüne de talimat verin gerisine karışmayın” dedim ve arkadaşlarımızın evlerindeki kitapları topladım. Kitaplardan etkili olanları ve içinde hurafe olmayanları seçtim.

    114 kitapla bir kütüphane açtık.

    İşçi partisinin başkanını da kütüphane müdürü tayin ettim.

    Kitapları o verecek, o kaydedecek, geriye alacak yeniden verecek.

    Bir gün hapishane müdürü “Valla hocam bazı mahkumlar okuduğu kitabı yatağının içine sokuyor, tahliye olurken araştırmada yakalıyoruz. Yakalayamadığımız kitaplar yok oluyor” dedi.

    Sakın dedim. Kitaplar okunmak içindir. Çalınan kitapları yakalamayın. Gördüğünüzü görmezden gelin. Çalınan kitabın adını bana verin ben yeniden getiririm.

    O hapishane hizmetleri çok bereketli oldu.

    Onlar, hapisten çıktıktan sonra ikindi namazı sonraları ne sohbetler kaynattık çay ocaklarının yanında.

    Çok kötü bir müfettiş örneği de var ama kötüyü tasvire ne gerek var.