ANA SAYFA



KİTAPLARIM


    KAZDAĞI’NA KÖROĞLU


    Yüzlerce köye ekmek tekneliği yapan, yüz binlerce insana oksijen çadırlığı yapan Kazdağı..

    Elvan elvan çiçekleri bağrında beslerken, dünyanın hiçbir yerinde olmayan yirmi kadar çiçekle havasını atmaktadır bütün başı dumanlı dağlara.

    Göğsünde biten Çam ve Köknarlardan reçine akarken, dizlerine kadar yükselen ovalarda zeytinlerinden yağ, incirlerinden bal akar.

    Başları Kazdağı kadar yüce, gönülleri deniz kadar geniş insanlarının yüzlerinden de nur akar Kazdağının.

    Yaprakları serçe kalbi kadar kıpırdak uzun kavaklar, derelerden dağlara doğru boy atıp güneşi görmek için tepelerle boy yarışı yapar Kazdağı’nda.

    Derelerden denizlere akan ırmaklar, yeşil, sarı, beyaz, siyah mermerleri denize sürüklerken, köşelerini düzeltirler, pürüzlerini zımparalarlar ve sahilleri süsleyen parlak çakıl taşlarına dönüşürler.

    İnsan nefesinin değmediği, egzoz gazının uğramadığı dağ eteklerinde biten Sarı kız çiçeği toplamak başka bir alem, onu demleyip içmek bir başka alem.

    Sıcak havaları alır, bağrında serinletir, çam kokularıyla kokulandırdıktan sonra geri veren, parasız, elektriksiz, tamirsiz büyük bir klimadır Kazdağı.

    Dağlanmış yüreğini soğutmak için en iyi serinleticidir Kazdağı.

    Bağrında kar gibi soğuk suların yanında, kor gibi sıcak suları da barındıran Kazdağları, Kafdağı’nın arkasında Hüma kuşu sütüyle beslendikten sonra, Zümrüd-ü Anka kuşunun kanadında, Selman-ı Farisi tarafından Kazdağı’na getirilen Sarıkız efsanesi ile Afrodit’e ilk güzellik tacını giydiren, ayı sütüyle beslenen çoban Paris’in efsanesini de barındırmaktadır.

    Üst tarafta beyaz bulutlu mavi gökyüzü, alt tarafta beyaz köpüklü mavi Ege denizi.

    İkisinin arasında yeşilin bin bir tonu.

    Başında parlayan yıldızı yakalamak için tepesine çıkarsınız, dağ boyun eğer, ayağınızın toprağı olur ve mütevazi bir edayla “Benden büyük Allah var, benden yükseklerde yıldızlar var” deyiverir.

    Bulutlardan tacı var ama gönül dağından yüce olmadığından ne söylersen senin sözlerini “Aks-i seda” paketiyle, kirlenmemiş rüzgarlarla sana geri gönderir.

    Dağlara çıkmak, yanan yüreğine kar sarmak, soğutmak, efkarını bulutlara yüklemek istersen, Kazdağlarının her yolunun başında soğuk suratlı bir orman görevlisiyle karşılaşırsın. “Buradan ileriye geçemezsin” yazısını okur ve geri dönersin.

    Eteklerindeki her soğuk suyun başında, her büyük çam ağacının gölgesinin dibinde “Ben burayı Orman Genel Müdürlüğünden kiraladım, parasız oturamazsınız” diyen bir paragöz durur.

    Hani şehir meydanında öldürülmüş insanın etrafını polis bir şeritle çevreledikten sonra şeridin dışından geçip giden insanlar o yerde cansız yatan adama bakarlar ya, işte Kazdağı’na da senenin 350 günü şerit gibi yollardan giderek dışına çıkamadan, kılavuz gözetimi ve denetimi altında, mahkum arabasından şehir seyreder gibi kılavuz cipinden görebilirsiniz öldürülmeye çalışılan Kazdağını.

    Milli park olalıdan beri dağlarında çan sesleri çıkmaz, çoban kavalları çalınmaz olmuş, koyunlar melemez, kayalıklarında keçiler sekemez olmuş.

    Kurtlar bile “Koyunsuz, kuzusuz hayat çekilmez” deyip terk etmiş Kazdağını ve meydan domuzlara kalmış.

    Özgürce boyunu göklere uzatan dağa, “Milli park” zinciri vurulalıdan beri yedisinde ki torunla, yetmişindeki dede dağlara çıkamayınca otların zehirlisiyle zehirsizi bilinmez olmuş.

    Toprağında yeşil halı serilmiş, ağaçlar yaprak elbiselerini giyinmiş, kırlangıçlar taşlara, kargalar dallara, keklikler çalılıklarda toprağa yuvalarını yapıp palazlarını uçururken, akşamları çekirgeler, şafakta kuşlar, gündüzleri Ağustos böcekleri korolarını bomboş dağlara söylüyorlar.

    Aklıyla yapamadığını tırnaklarıyla yapan ayılar bile terk etmiş insansız Kazdağını da, Romanların define göre gerdan kırarken elinden alınıp ormana salınan ayılara kalmış dağlar.

    Kayalarında kartal uçmuyor, soğuk sularından ceylan içmiyor.

    İbn-i Haldun “Çölde yolunu şaşırırsan, kuşların ve karıncaların izini sür, onlar insanların olduğu yerlerde yaşarlar” der.

    Acaba hayvanların da bir İbn-i Haldun’u var da onlara “İnsanların bol olduğu yerlere gidin” mi der bilemem.

    Bunu uzmanına bırakıyorum. Ama Foça’da domuzların bile insanların çok olduğu sitelere koştuğunu gördük televizyonlardan.

    Kazdağının kilidini kırmak için Köroğlu mu gerek yoksa “Özgür dağlar, kilitsiz olursa daha iyi korunur” diyecek ilim adamları mı gerekir bilemem.

    “Gördüğünüz gökleri direksiz yarattı ve sizi sarsmasın diye yer¬yüzüne dağlar bı¬raktı ve orada bütün hayvanları yaydı. Gökyü¬zünden su indirdik ve orada her güzel çiftten nicelerini bitirdik” diyen Allaha hamdolsun, (Lokman süresi ayet 10)

    Uhud dağı için “Bu dağ bizi sever, biz bu dağı severiz” diyen Rasülüne salatü selam olsun (Buhari, Sahih, Cihad 71)

    Biz, bütün dağları severiz.

    Dağlar içinde Arafat dağını, Nur dağını, Tur dağını, Zentin dağını daha çok severiz ama dağda yaşamayız.

    Biz, Medine’liyiz, medeniyet borsasının her gün kurulduğu şehri severiz.

    KAZDAĞI’NA KÖROĞLU


    Yüzlerce köye ekmek tekneliği yapan, yüz binlerce insana oksijen çadırlığı yapan Kazdağı..

    Elvan elvan çiçekleri bağrında beslerken, dünyanın hiçbir yerinde olmayan yirmi kadar çiçekle havasını atmaktadır bütün başı dumanlı dağlara.

    Göğsünde biten Çam ve Köknarlardan reçine akarken, dizlerine kadar yükselen ovalarda zeytinlerinden yağ, incirlerinden bal akar.

    Başları Kazdağı kadar yüce, gönülleri deniz kadar geniş insanlarının yüzlerinden de nur akar Kazdağının.

    Yaprakları serçe kalbi kadar kıpırdak uzun kavaklar, derelerden dağlara doğru boy atıp güneşi görmek için tepelerle boy yarışı yapar Kazdağı’nda.

    Derelerden denizlere akan ırmaklar, yeşil, sarı, beyaz, siyah mermerleri denize sürüklerken, köşelerini düzeltirler, pürüzlerini zımparalarlar ve sahilleri süsleyen parlak çakıl taşlarına dönüşürler.

    İnsan nefesinin değmediği, egzoz gazının uğramadığı dağ eteklerinde biten Sarı kız çiçeği toplamak başka bir alem, onu demleyip içmek bir başka alem.

    Sıcak havaları alır, bağrında serinletir, çam kokularıyla kokulandırdıktan sonra geri veren, parasız, elektriksiz, tamirsiz büyük bir klimadır Kazdağı.

    Dağlanmış yüreğini soğutmak için en iyi serinleticidir Kazdağı.

    Bağrında kar gibi soğuk suların yanında, kor gibi sıcak suları da barındıran Kazdağları, Kafdağı’nın arkasında Hüma kuşu sütüyle beslendikten sonra, Zümrüd-ü Anka kuşunun kanadında, Selman-ı Farisi tarafından Kazdağı’na getirilen Sarıkız efsanesi ile Afrodit’e ilk güzellik tacını giydiren, ayı sütüyle beslenen çoban Paris’in efsanesini de barındırmaktadır.

    Üst tarafta beyaz bulutlu mavi gökyüzü, alt tarafta beyaz köpüklü mavi Ege denizi.

    İkisinin arasında yeşilin bin bir tonu.

    Başında parlayan yıldızı yakalamak için tepesine çıkarsınız, dağ boyun eğer, ayağınızın toprağı olur ve mütevazi bir edayla “Benden büyük Allah var, benden yükseklerde yıldızlar var” deyiverir.

    Bulutlardan tacı var ama gönül dağından yüce olmadığından ne söylersen senin sözlerini “Aks-i seda” paketiyle, kirlenmemiş rüzgarlarla sana geri gönderir.

    Dağlara çıkmak, yanan yüreğine kar sarmak, soğutmak, efkarını bulutlara yüklemek istersen, Kazdağlarının her yolunun başında soğuk suratlı bir orman görevlisiyle karşılaşırsın. “Buradan ileriye geçemezsin” yazısını okur ve geri dönersin.

    Eteklerindeki her soğuk suyun başında, her büyük çam ağacının gölgesinin dibinde “Ben burayı Orman Genel Müdürlüğünden kiraladım, parasız oturamazsınız” diyen bir paragöz durur.

    Hani şehir meydanında öldürülmüş insanın etrafını polis bir şeritle çevreledikten sonra şeridin dışından geçip giden insanlar o yerde cansız yatan adama bakarlar ya, işte Kazdağı’na da senenin 350 günü şerit gibi yollardan giderek dışına çıkamadan, kılavuz gözetimi ve denetimi altında, mahkum arabasından şehir seyreder gibi kılavuz cipinden görebilirsiniz öldürülmeye çalışılan Kazdağını.

    Milli park olalıdan beri dağlarında çan sesleri çıkmaz, çoban kavalları çalınmaz olmuş, koyunlar melemez, kayalıklarında keçiler sekemez olmuş.

    Kurtlar bile “Koyunsuz, kuzusuz hayat çekilmez” deyip terk etmiş Kazdağını ve meydan domuzlara kalmış.

    Özgürce boyunu göklere uzatan dağa, “Milli park” zinciri vurulalıdan beri yedisinde ki torunla, yetmişindeki dede dağlara çıkamayınca otların zehirlisiyle zehirsizi bilinmez olmuş.

    Toprağında yeşil halı serilmiş, ağaçlar yaprak elbiselerini giyinmiş, kırlangıçlar taşlara, kargalar dallara, keklikler çalılıklarda toprağa yuvalarını yapıp palazlarını uçururken, akşamları çekirgeler, şafakta kuşlar, gündüzleri Ağustos böcekleri korolarını bomboş dağlara söylüyorlar.

    Aklıyla yapamadığını tırnaklarıyla yapan ayılar bile terk etmiş insansız Kazdağını da, Romanların define göre gerdan kırarken elinden alınıp ormana salınan ayılara kalmış dağlar.

    Kayalarında kartal uçmuyor, soğuk sularından ceylan içmiyor.

    İbn-i Haldun “Çölde yolunu şaşırırsan, kuşların ve karıncaların izini sür, onlar insanların olduğu yerlerde yaşarlar” der.

    Acaba hayvanların da bir İbn-i Haldun’u var da onlara “İnsanların bol olduğu yerlere gidin” mi der bilemem.

    Bunu uzmanına bırakıyorum. Ama Foça’da domuzların bile insanların çok olduğu sitelere koştuğunu gördük televizyonlardan.

    Kazdağının kilidini kırmak için Köroğlu mu gerek yoksa “Özgür dağlar, kilitsiz olursa daha iyi korunur” diyecek ilim adamları mı gerekir bilemem.

    “Gördüğünüz gökleri direksiz yarattı ve sizi sarsmasın diye yer¬yüzüne dağlar bı¬raktı ve orada bütün hayvanları yaydı. Gökyü¬zünden su indirdik ve orada her güzel çiftten nicelerini bitirdik” diyen Allaha hamdolsun, (Lokman süresi ayet 10)

    Uhud dağı için “Bu dağ bizi sever, biz bu dağı severiz” diyen Rasülüne salatü selam olsun (Buhari, Sahih, Cihad 71)

    Biz, bütün dağları severiz.

    Dağlar içinde Arafat dağını, Nur dağını, Tur dağını, Zentin dağını daha çok severiz ama dağda yaşamayız.

    Biz, Medine’liyiz, medeniyet borsasının her gün kurulduğu şehri severiz.

    KAZDAĞI’NA KÖROĞLU


    Yüzlerce köye ekmek tekneliği yapan, yüz binlerce insana oksijen çadırlığı yapan Kazdağı..

    Elvan elvan çiçekleri bağrında beslerken, dünyanın hiçbir yerinde olmayan yirmi kadar çiçekle havasını atmaktadır bütün başı dumanlı dağlara.

    Göğsünde biten Çam ve Köknarlardan reçine akarken, dizlerine kadar yükselen ovalarda zeytinlerinden yağ, incirlerinden bal akar.

    Başları Kazdağı kadar yüce, gönülleri deniz kadar geniş insanlarının yüzlerinden de nur akar Kazdağının.

    Yaprakları serçe kalbi kadar kıpırdak uzun kavaklar, derelerden dağlara doğru boy atıp güneşi görmek için tepelerle boy yarışı yapar Kazdağı’nda.

    Derelerden denizlere akan ırmaklar, yeşil, sarı, beyaz, siyah mermerleri denize sürüklerken, köşelerini düzeltirler, pürüzlerini zımparalarlar ve sahilleri süsleyen parlak çakıl taşlarına dönüşürler.

    İnsan nefesinin değmediği, egzoz gazının uğramadığı dağ eteklerinde biten Sarı kız çiçeği toplamak başka bir alem, onu demleyip içmek bir başka alem.

    Sıcak havaları alır, bağrında serinletir, çam kokularıyla kokulandırdıktan sonra geri veren, parasız, elektriksiz, tamirsiz büyük bir klimadır Kazdağı.

    Dağlanmış yüreğini soğutmak için en iyi serinleticidir Kazdağı.

    Bağrında kar gibi soğuk suların yanında, kor gibi sıcak suları da barındıran Kazdağları, Kafdağı’nın arkasında Hüma kuşu sütüyle beslendikten sonra, Zümrüd-ü Anka kuşunun kanadında, Selman-ı Farisi tarafından Kazdağı’na getirilen Sarıkız efsanesi ile Afrodit’e ilk güzellik tacını giydiren, ayı sütüyle beslenen çoban Paris’in efsanesini de barındırmaktadır.

    Üst tarafta beyaz bulutlu mavi gökyüzü, alt tarafta beyaz köpüklü mavi Ege denizi.

    İkisinin arasında yeşilin bin bir tonu.

    Başında parlayan yıldızı yakalamak için tepesine çıkarsınız, dağ boyun eğer, ayağınızın toprağı olur ve mütevazi bir edayla “Benden büyük Allah var, benden yükseklerde yıldızlar var” deyiverir.

    Bulutlardan tacı var ama gönül dağından yüce olmadığından ne söylersen senin sözlerini “Aks-i seda” paketiyle, kirlenmemiş rüzgarlarla sana geri gönderir.

    Dağlara çıkmak, yanan yüreğine kar sarmak, soğutmak, efkarını bulutlara yüklemek istersen, Kazdağlarının her yolunun başında soğuk suratlı bir orman görevlisiyle karşılaşırsın. “Buradan ileriye geçemezsin” yazısını okur ve geri dönersin.

    Eteklerindeki her soğuk suyun başında, her büyük çam ağacının gölgesinin dibinde “Ben burayı Orman Genel Müdürlüğünden kiraladım, parasız oturamazsınız” diyen bir paragöz durur.

    Hani şehir meydanında öldürülmüş insanın etrafını polis bir şeritle çevreledikten sonra şeridin dışından geçip giden insanlar o yerde cansız yatan adama bakarlar ya, işte Kazdağı’na da senenin 350 günü şerit gibi yollardan giderek dışına çıkamadan, kılavuz gözetimi ve denetimi altında, mahkum arabasından şehir seyreder gibi kılavuz cipinden görebilirsiniz öldürülmeye çalışılan Kazdağını.

    Milli park olalıdan beri dağlarında çan sesleri çıkmaz, çoban kavalları çalınmaz olmuş, koyunlar melemez, kayalıklarında keçiler sekemez olmuş.

    Kurtlar bile “Koyunsuz, kuzusuz hayat çekilmez” deyip terk etmiş Kazdağını ve meydan domuzlara kalmış.

    Özgürce boyunu göklere uzatan dağa, “Milli park” zinciri vurulalıdan beri yedisinde ki torunla, yetmişindeki dede dağlara çıkamayınca otların zehirlisiyle zehirsizi bilinmez olmuş.

    Toprağında yeşil halı serilmiş, ağaçlar yaprak elbiselerini giyinmiş, kırlangıçlar taşlara, kargalar dallara, keklikler çalılıklarda toprağa yuvalarını yapıp palazlarını uçururken, akşamları çekirgeler, şafakta kuşlar, gündüzleri Ağustos böcekleri korolarını bomboş dağlara söylüyorlar.

    Aklıyla yapamadığını tırnaklarıyla yapan ayılar bile terk etmiş insansız Kazdağını da, Romanların define göre gerdan kırarken elinden alınıp ormana salınan ayılara kalmış dağlar.

    Kayalarında kartal uçmuyor, soğuk sularından ceylan içmiyor.

    İbn-i Haldun “Çölde yolunu şaşırırsan, kuşların ve karıncaların izini sür, onlar insanların olduğu yerlerde yaşarlar” der.

    Acaba hayvanların da bir İbn-i Haldun’u var da onlara “İnsanların bol olduğu yerlere gidin” mi der bilemem.

    Bunu uzmanına bırakıyorum. Ama Foça’da domuzların bile insanların çok olduğu sitelere koştuğunu gördük televizyonlardan.

    Kazdağının kilidini kırmak için Köroğlu mu gerek yoksa “Özgür dağlar, kilitsiz olursa daha iyi korunur” diyecek ilim adamları mı gerekir bilemem.

    “Gördüğünüz gökleri direksiz yarattı ve sizi sarsmasın diye yer¬yüzüne dağlar bı¬raktı ve orada bütün hayvanları yaydı. Gökyü¬zünden su indirdik ve orada her güzel çiftten nicelerini bitirdik” diyen Allaha hamdolsun, (Lokman süresi ayet 10)

    Uhud dağı için “Bu dağ bizi sever, biz bu dağı severiz” diyen Rasülüne salatü selam olsun (Buhari, Sahih, Cihad 71)

    Biz, bütün dağları severiz.

    Dağlar içinde Arafat dağını, Nur dağını, Tur dağını, Zentin dağını daha çok severiz ama dağda yaşamayız.

    Biz, Medine’liyiz, medeniyet borsasının her gün kurulduğu şehri severiz.