ANA SAYFA



KİTAPLARIM


    KENDİMİZE YAZIK ETTİK


     KENDİMİZE YAZIK ETTİK

    28/05/2021

    Mahmut Toptaş

    Kalem koleksiyonu olan adamdan, kara kalemle gönülleri ak edecek kitaplar yazan daha hayırlıdır.

    Buğdayın içinde besleyip büyüttüğü vitaminleri, A, B, C, D den Z vitaminine kadar her şeyini bilip, kerrat cetveli gibi sayabilen ama buğdayın nerede nasıl yetiştirildiğini bilmeyenden, Hazreti Adem’den bu güne kadar buğday yetiştiricilerinin hepsi daha iyidir.

    A, B, C, D vitaminleri bilinmezken de tabii, organik buğday üretiliyor ve insanları doyuruyordu.

    Tulum giymeyen, tarlaya girmeyen, buğdayın fotoğrafını ve her türlü içeriğini ve faydalarını yalnız kitaptan okuyan Ziraat Mühendisinden, toprağı, suyu, buğdayı, havayı, güneş ısısı ve ışığını tarla laboratuvarında bir araya getirerek, tonlarca buğday üreten çiftçimiz, bilmeden hem Ziraat Mühendisliği hem Kimya Mühendisliği yapıyor.

    Gönül, o işi Ziraat Mühendisinin yapmasını ister.

    Manivela/Kaldıraç hesaplarını bilen fizikçinin, kaç tonluk taşın kaç metrelik manivela demiriyle kolayca kaldırılacağını bilir ve eyleme de geçerse, alın terlemeden akıl teriyle kolayca kaldırılır.

    İlim, hava atmak için değil, insanlığın işlerini kolaylaştırmak için öğrenilir.

    Kur’an-i Kerimde en azından elli defa:

    آَمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ

    “Amenüüüü ve amilü’s-salihat/İman edip amel-i salih işleyenler” der.

    Kur’an-i Kerimin belirttiği, sevgili peygamberimizin örnek ve önderliğinde iman edip amel-i salih, yani hem bu dünyayı güzelleştiren, hem ahirette cenneti kazanmaya sebep olan işleri yapmayı emreder, öğütler, nasihat eder.

    12 yaşımda iken tanıdığım, Kur’an kursunda iken her Cuma günü evine gelip bir gece yattığım, kirli elbiselerimi yıkayan yaşlı karı-kocayı, Torosların eteğindeki köyünde yıllar sonra ziyaret ettiğimde, yaylada olduğunu öğrendim ve Torosların tepesinde kıl çadırında onu bulduğumda, sevinç gözyaşlarıyla “Mahmıdıııım, Mahmıdııım, bu ayran senin nasibin imiş. Allah bu nasibini benim sana ulaştırmamı isteseydi, ben o on beş milyonun içinde seni nasıl bulurdum. Rabbime çok şükür ki o görevi bana vermemiş” diyerek şükrediyor.

    Her hafta Perşembeyi Cumaya bağlayan gece onların evinde kalırdım ve o okuma yazması olmayan değerli insanın, o gece uyumadığını, lambanın ışığını da kısarak geceyi namazla geçirdiğini görürdüm.

    Köylülerine sorduğumda, “Hiçbir insanın aleyhinde tek kelime etmeden, yani gıybet yapmadan, yalan söylemeden, haram yemeden vefat etti” dediler.

    Hala ben, “Keşke ben de onun gibi olabilsem” derim.

    Kavga dilini öğrendik. Sevgi dilinin olduğundan haberimiz hiç olmadı.

    Kavgada silah kullanmadık ama yarası iyileşmeyen, her hatırlamada yarayı yeniden deşen dille yaraladık.

    Dilimizden fırlattığımız kelimeler de, Rabbimizin Kur’an’ın da bildirdiği kelimeler.

    Onlarla amel etmek ağır geldiğinden, kelimelerini kurşun olarak kullanmayı seçtik.

    Hepimize iyi gelecek Şifa şişesini, Müslümanların kafasına kafasına atarak hem kendimizi Kur’an-i Kerimden uzaklaştırdık, hem dinleyenleri amel-i salihten soğuttuk.

    Günahların en büyüğünü yaptık.

    Kendimize yazık ettik.