ANA SAYFA



KİTAPLARIM


    OLMASA DAHA İYİ DEĞİL Mİ


     OLMASA DAHA İYİ DEĞİL Mİ

    21/12/2020

    Mahmut Toptaş

    Beş milyon evde 15 milyon insanın yaşadığı İstanbul şehrinde en az beş milyon insanımız, her gün helalından para kazanmak için evden çıkıyor ve bunlardan hiç biri haber olmuyor.

    Ama o beş milyondan biri, haram yolu seçer de akşama doğru eve dönmekte olanın helal parasını gasp eden veya çalan biri olursa o haber oluyor.

    Fatih Sultan Mehmet Köprüsünden günde 180 bin civarında araç geçerken haber olmaz, bir tane kaza olursa haber olur.

    Güneş 365 gün doğar, kimse yüzüne bakmaz, ama senede bir gün ve yarım saatliğine güneş tutulması olursa o haberdir.

    Gazetelerde ve TV’lerde bu azınlık olan olayların haber olmasına karşı değilim ama haberi dinleyenlerin algılarından şikayetçiyim.

    Olumsuz haber dinledikten sonra “Ülke batmış, güvenlik kalmamış… gibi şikayetler doğru değil.

    Her haberden sonra köyünüzde, mahallenizde ve bulunduğunuz şehirde doğru, dürüst, namuslu, iffetli insanları gözünüzün önüne getiriniz.

    Anadolu Ajansının haberine göre Diyanet İşleri başkanlığının yaptırdığı ankete göre halkımızın yüzde elli biri beş vakit namazını kılıyor.

    21 bin kişiye sorulduğunda yüzde 57,4'ü cuma namazını her zaman kıldıklarını söylerken hiçbir zaman kılmayanların oranı yüzde 7,2 oldu. Yani yüzden yediyi çıkardığımızda doksan üç kalır ve bizim insanımızın yüzde doksan üçü bir şekilde cumaya gider demektir. Çoğunlukla kıldıklarını belirtenlerin oranı yüzde 17,6 imiş. Çoğunlukla kıldığını söyleyenlerin sayısıyla beraber halkımızın yüzde yetmiş beşi Cuma namazı kılıyor.

    83 Milyonun yarısını kadınlarımız olarak aldığımız ülkemizde 31 milyon insanımız Cuma namazı için bir araya geliyor, omuz omuza veriyor, aynı yöne dönme eğitiminden geçiyor ve birlikte Rabbin emrini yerine getiriyor ama olumsuz hiçbir olay olmuyor.

    Çünkü yaratanın emri yerine getiriliyor.

    Bir gurubun veya bir cemaatin kuralları değil, nefes aldırıp-verdirenin emri uygulanıyor.

    Dışarı çıkınca insani kurallardan dolayı zarar gördüğünü iddia edenlerin ağız kavgası başlayıveriyor.

    Taksim meydanında toplananlar kendi aralarında kavgaya tutuştuklarından, arabaları yaktıklarından, dükkanların cam ve çerçevelerini tahrip ettiklerinden toplanma yasağı getiriliyor..

    Korona nedeniyle meyhanelerin, kahvehanelerin…kapanmasına karşılık, camilerin neden kapatılmadığına dikkat çeken ve bunu Tv kanallarında halkın önünde söyleyebilen insanların bulunacağına hiç ihtimal vermezken, maalesef olması ve hala cehaletin karanlığında bocalayan insanların bulunması beni üzdü.

    Cuma namazına bile gitmediğinin işareti bu cahilce söylediği.

    Cami cemaati günde beş vakitte el ve yüzünü üçer defadan on beş defa yıkarlar.

    Ağız ve burunlarının içini de üçer defadan on beş defa yıkarlar.

    Ve bu temizliğe Müslümanlar 1442 yıldır devam ederler.

    Salgın/Pandemi dönemi geldi ülkenin seçkin Profesörleri korunmak için üç şeye dikkat çekiyorlar:

    1-               Temizlik. Buyurun beş vakit el, yüz, ağız ve burunlarını üçer defa yıkarak on beş defa yıkayan başka bir kurum, kuruluş, dernek, cemiyet, kulüp, loca… var mı?

    2-               Maske. Cemaatin hepsi maskeye dikkat ederlerken ilave olarak camiye evlerinden seccade getirerek alnını değdiği yer seccadesi oluyor ve onu camiden çıkarıp evine getiriyor.

    3-               Mesafe. Salgın hastalık gelmeden önce her vakit Farz namaza duracaklarında imam efendi, “Safları sıkı tutun, araya şeytan girmesin dediğinde” omuz omuza veren bu cemaat, bu günlerde “Mesafeye dikkat edin” dediğinde baktım, bütün seccadeler birer buçuk metre arayla serilmişler.

    Ülkemizde bunların sayısının az olduğunu biliyorum ama “Sinek küçük ama mide bulandırır” derler ya işte öyle bir şey.

    Elli yıllık arkadaşım Ahmet Tek’i dinleyelim:

    İYiLİĞİN YALIN HALİ: TEBESSÜM

    Kızılay’dan bindiğim metronun son durağı olan Koru’da indim. Yaşamkent’e gideceğim. Ring yapan otobüslerin hareket noktalarından Yaşamkent durağına yürüyorum. Otobüs yeni kalkmış olmalı; durakta tek başınayım.

     

    Birkaç dakikada kuyruk oluşuyor. Çok beklemiyoruz, Yaşamkent otobüsü durağa yanaşıyor. Kapılar açılıyor, ilk binen yolcuyum. ‘Sürekli Basın Kartı’m var, toplu taşıma araçlarına ücret ödemiyorum. Kartımı cihaza okutmak isterken, 35 yaşlarındaki şoför gülümsüyor, sevimli bir yüzü var. Gülümsemesine dikkat kesilmişken, “Hoş geldiniz, iyi günler, hayırlı yolculuklar dilerim” diyor.

      

    45 yıldır Ankara’dayım, ilk kez böyle bir güzelliğe tanık oluyorum. Bu nezaketli tavırdan şaşkın haldeyim. Şoförün tebessümü devam ediyor. “Bu ne incelik, beni şaşırttınız.” diyorum. Gülümseyerek karşılık veriyor. Ön koltuklardan birine oturuyorum.

     

    Muamele bana özel değil; şoför aynı gülümseme ve yumuşak ses tonuyla her yolcuya, “Hoş geldiniz, iyi günler, hayırlı yolculuklar dilerim.” diyor.

     

    Şaşıran bir ben değilim. Genç, yaşlı, kadın, erkek herkes nezaketten hissesini alıyor. Şoförün bu tavrı yolcularda, ilk şaşkınlık halinden sonra, bir mutluluk halesi oluşturuyor.

     

    Yanıma emekli öğretmen olduğunu söyleyen 70 yaşlarında bir yolcu oturuyor. Şoförün karşılama seremonisinden çok mutlu, tebessüm ederek bana selam veriyor.

    Gülümsemeyen, şoförün nezaketinden etkilenmeyen bir çift dikkatimi çekti. Kaşları diken diken ve çatık, 50 yaşlarında kasketli bir erkek ve yanında aynı yaşlarda, muhtemelen karısı. Onun da yüzünden düşen bin parça. Erkek çatılmış kaşlarla, kadın asık suratla önce şoföre baktı, sonra o bakışlar hiç bozulmadan otobüsteki yolculara çevrildi.

     

    Bu durum yanımdaki emekli öğretmenin gözünden de kaçmadı. Bakıştık. Asabi çift tam arkamızdaki koltuğa geçti. Ses tonları bile yüz ifadeleriyle uyumlu: Rahatsızlık veren, öfkeli, kaba bir üslup.

     

    Emekli öğretmene, “Otobüste herkesin yüz ifadesi yumuşacık oldu. Şoförün bir cümlesi hepimizi mest etti.” dedim. Arka koltuktaki çifti kast ederek, “Doğuştan mutsuz, kendiyle kavgalı insanlar dışında hepimizin yüzü güldü. Bu şoför, ‘Sizi cennete götüreceğim’ dese, çatılmış kaşları gevşemeyecek, tebessüm etmeyecek insanlar hep olacak. Bazı insanlar mutsuzluk geni taşır” diye devam ettim.

     

    Emekli öğretmen, “Böyle insanlara da ihtiyaç var. Onlardaki gerginliği fark edip, huzurlu halimize şükretmeliyiz” diye karşılık verdi.

     

    Tebessüme en çok ihtiyacı olanlar, tebessümden nasibini alamayanlarmış. Hz. Muhammed’in “Tebessüm sadakadır” sözünün hikmetine ve gücüne tanık oldum.

     

    Bir belediye otobüsünde, belki kadrosu bile olmayan bir nezaketli şoför, hepimize dalga dalga mutluluk yaydı, havamızı değiştirdi.

     

    Hatırımızdan çıkmasın; Hiç kimse kendini gülümsetemez, tebessüm başkaları içindir.”

    Demek ki, onlar da lazımmış. Gece olmasa gündüzün farkına varılmaz, acı olmasa balın tadı anlaşılmazmış.