SCHİLLERDEN UYARLANAN HİKAYE
Dünkü 05.10.2016 tarihli yazımda
Hazreti Ömer döneminde geçtiği anlatılan hikayenin aslı İslam dininin
kaynaklarının hiç birinde geçmemiştir.
Son yıllarda internette dolaşmaya
başlayan bu hikayeyi birileri Ahmet Kabaklı merhumun yazdığı 5 ciltlik Türk
Edebiyatı isimli eserinde Alman Edebiyatçısı Schilleri (1759-1805) tanıtırken
ondan bu hikayenin benzerini anlatır.
Bu hikayeyi okuyan biri buradaki
kahramanların isimlerini değiştirmiş, dini bir hava vermiş ve İslam hukuku
hakkında bilgisi olmaması nedeniyle bir çok hatayı da yapmış.
Hikayenin aslı şöyle:
Meroz, mantosunun altına bir hançer
saklayarak, Siraküza kralı Denis'in yanına sokuldu.
Muhafızlar derhal onu yakalayıp
zencire vurdular. Kral hiddetle sordu:
- Bu hançerle ne yapacaktın?
- Şehri bir zâlimden kurtaracaktım!
- Bu arzunun cezasını darağacı
üzerinde göreceksin...
- Ölüme hazırım. Hiçbir zaman af ve
aman dilemiyorum. Yalnız küçük bir şey istiyorum. Kızkardeşimle nişanlısının
evlenme törenlerini yapmak üzere üç gün izin... Arkadaşım benim yerime kalacak
ve eğer sözümde durmazsam, öcümü ondan alabileceksin.
Kral gülmeye başladı ve biraz
düşündükten sonra alaycı cevabını verdi:
- Sana üç gün izin veriyorum. Fakat
bilmiş ol ki, bu zaman biter bitmez görünmezsen arkadaşın senin yerini tutacak
ve ben seninle ödeşmiş olacağım.
Meroz, arkadaşına koştu:
- Kral, benim giriştiğim iş için
darağacında cezalandırılmamı istiyor. Bununla beraber, kardeşimin nişanında
bulunabilmem için üç gün izin verdi. Yalnız, ben dönünceye kadar sen, onun
yanında kalacaksın!
Arkadaşı, hiç sesini çıkarmadan onu
kucakladı; Meroz, uzaklaşmaya başladığı zaman o da kendini krala teslim etti.
Meroz, üçüncü gün, kardeşiyle
nişanlısını evlendirmiş, uğursuz zamanı geçirmemek için, acele geri dönüyordu.
Fakat sürekli bir yağmur, çabuk yürüyüşüne engel olmuştu. Geçtiği tepelerde
kaynaklar sel gibi olmuş, dereler, nehir şekline girmişti.
Meroz, sopasına dayana dayana bir
ırmağın kenarına gelince, kabaran suların, iki kıyıyı birleştiren köprüyü alıp
götürmüş olduğunu ve kemerlerin yıkıldığını gördü. Bu hâl karşısında
üzüntüsünden çırpınmaya ve sabırsız bakışlarla uzakları süzmeye başladı.
Onu karşı kıyıya geçirmek için
canını tehlikeye sokacak hiçbir kayık, bu yana yaklaşan hiçbir gemi görünmüyor,
sular da gittikçe denizler gibi coşup kabarıyordu. Ümitsiz kalan yolcu,
ellerini semaya açmış ağlıyordu:
- Oh Tanrım! Bu azan suları
durdur... Zaman geçiyor. Güneş tam tepemize geliyor. Eğer ufka biraz daha
yaklaşırsa, arkadaşımı kurtarmak için çok geç kalacağım.
Dalgalar çılgınlığı artırmaktan
başka şey yapmadılar. Sular suları, saatler saatleri kovalıyordu. Meroz daha
fazla düşünemedi...Coşkun suların ortasına atıldı. Çetin bir uğraşmadan sonra
suları yendi. Karşı kıyıya geçince yürüyüşünü hızlandırmaya başladı. Yakıcı bir
güneş tesirinde Meroz dizlerinin yorgunluktan bittiğini duyuyordu.
- Ne işitiyorum, bu güzel sesi bir
serin dere mi çıkarıyor?
Durup dinledi: Yanındaki taşlardan
neşeli bir kaynak fışkırıyordu. Sevinçle eğildi; yanan alnını serinletti.
Güneş, bakışlarını yapraklar
arasından uzatarak, yol boyunca deli gibi gölgeler çiziyordu...
İki yolcu geçti. Meroz, onlardan
derhal uzaklaştı. Fakat aralarında bir şey konuştuklarını işitmişti:
- Şu anda onu darağacına
çekiyorlar...
Yetişememek korkusu, Meroz'a kanat
verdi, mertlik duygusu kamçılandı. Ah, işte uzaktan, batan güneş altında
Siraküza şehrinin kuleleri göründü. Çok geçmeden, evinin bekçisine rastladı.
Onu tanıyınca bir titreme geçirdi bekçi:
- Kaç! Artık arkadaşını kurtarmanın
zamanı geçti. Hiç olmazsa kendi hayatını kurtar! O, şu dakika can veriyor. Son
saata kadar hiç ümidini kaybetmeden seni bekliyordu. Kralın soğuk şakalarında
bile, sana karşı olan inancını bozamadı...
- Peki, madem ki onu
kurtaramayacağım; hiç olmazsa onun acısını paylaşmalıyım. O kanlı kral da:
"Bir Meroz dostuna fenalık etti, alçaklık etti!..." diyemesin. Bir
yerine iki kişiyi öldürterek sevinsin..
Meroz, şehrin kapılarına vardığı
zaman, güneş batıyordu.
Darağacını ve seyirci halkı gördü.
Arkadaşını asmak için, bir ipi boğazına takmışlar, henüz kaldırıyorlardı.
- Dur cellât, ben işte geldim..
İki arkadaş, yarı sevinç içinde
kucaklaştılar...
Bu manzara karşısında hiç kimse
duygusuz kalamazdı. Kral bile bu haberi heyecanla öğrendi... İkisini de
huzuruna getirtti... Uzun uzun ve hayretle seyrettikten sonra:
- Hareketinizi çok beğendim, dedi.
Demek "iyilik" ve "namus" boş kelimeler değilmiş. Şimdi
benim de sizden bir dileğim var. Beni de aranıza alın, üçümüzün kalbi bundan
sonra tek kalp olsun... (Schiller, Hikâyeler)