TÜRKÇEDE OLMAYAN DOĞA KELİMESİ
02/12/2020
Mahmut Toptaş
Güneşin yedi rengini bilgi olarak öğrendik ama Gökkuşağında gözlerimizle de gördük.
Bu Kasım ayında ilk defa Abant gölünde fotoğraflar çekerken Gökkuşağının dışında tesadüfen yedi rengi gördüm.
Göl ile güneşin kavuştuğu anda rüzgarın verdiği dalgayla göründü yedi renk halinde fotoğraflarda.
Hiç biri diğerine benzemeyen yapraklar, her yaprağın diğerine benzemeyen renkleri, desenleri, çizgileri
Bir tek yaprağın üzerindeki görülen yüzlerce çizginin hiç birinin diğerine benzememesi, aklıma durgunluk verirken, bu güzel ve huzur veren tabiata Doğanın vergisi diye adlandırıp geçenlere ben bir ad bulamadım ama filozoflar ve düşüncelerine baktığımda iki bin yıl önce Epikuros (M.Ö. 341-270) ile Demokritos (M.Ö. 460-370) gibi insanlar, Allah diye biri yok, her şey kendilinden otomatik olarak oluşuyor diyenlere o gününün filozofları Kelbiyyun/Köpekleşenler demişler.
İslam alimleri ise Kuranda Ateistliğin öncüleri için kullandığı:
وَقَالُوا مَا هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَا إِلَّا الدَّهْرُ وَمَا لَهُمْ بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ إِنْ هُمْ إِلَّا يَظُنُّونَ
Dediler ki: "Hayat ancak şu dünyadaki hayatımızdır. Ölürüz ve diriliriz. Bizi ancak zaman helâk eder." Bu konuda onların hiçbir bilgisi yoktur. Onlar ancak zannederler.
وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آَيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ مَا كَانَ حُجَّتَهُمْ إِلَّا أَنْ قَالُوا ائْتُوا بِآَبَائِنَا إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
Onlara apaçık âyetlerimiz okunduğunda: "Eğer doğru iseniz babalarımızı getirin" dediler.
قُلِ اللَّهُ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا رَيْبَ فِيهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
De ki: "Allah sizi diriltir. Sonra öldürür. Sonra kendisinde şüphe olmayan kıyamet günü sizi toplar. Ancak insanların bir çoğu bilmezler." (Ğaşiye süresi ayet 45/24)
Kafirler, Bizi ancak Dehr/zaman yok eder demişler.
İslam alimleri de onlara Dehriyyun ismi vermişler ve onlara cevap olarak kitaplar yazmışlar.
Bu Doğacılara, Dehri lere, Kelbiyyuna hepsi aynı teraneyi tekrarlayanlara, gül, bülbül, trilyonlarca yaprak, renk, desen, çizgi, içtiği su, aldığı hava bir şey anlatamamışsa, ben bir şey anlatmayacağımdan hiçbir şey demeyeceğim.
Allaha inanmayan, köpekler gibi meydanlarda çiftleşmeyi yayan, köpekler gibi birbirinin ağzından kemik-ekmek kapmayı insanlığın asli görevi olduğunu söyleyen, onun için ülkelerin elindeki yerüstü ev yeraltı kaynaklarını kapıp kaçanlara, dilden bile anlamayanlara bir şey demeyeceğim.
Her türlü inkarı uydurdukları gibi gavurluğu ifade edecek kelimeleri de uydurmuşlar.
Bu Doğa kelimesini epeyce aradım. Yüz yıl öncesinde Türkçe yazılmış bir tek nesir veya şiirde geçmemiş.
Hüseyin Kazım Kadrinin dört bin sayfayı bulan, bu günkü sayfalarla sekiz bin sayfa olabilecek olan dört ciltlik Türk Lügatı nda Türklerin lehçelerini kullanan Uygur, Çuvaş, Çağatay, Kazak, Yakut, Azerî,
lerin dilinde de Doğa kelimesi geçmemiştir.
Osmanlının son zamanlarında Parise kaçanlarımızın da etkisiyle bütün liselerde Fransızca dilinin okutulması esnasında Natür kelimesinin karşılığı olarak nerelerinden uydurdularsa ateistler için bu Doğa kelimesini uyduruvermişler.
1960-80 arasında yeni dil üretme hastalığı yayılırken, İstiklal Marşına bile Ulusal düttürü diyenlere Abdürrahim Karakoç merhum hemen bir aşı üretip adına da Boynuzlu adı vererek kullanıma sunmuştu. Buyurun o günkü ecvap:
Lokantanın adı "sosyal otlangaç",
Ana "doğuraç"mış, baba "doğurgaç"...
Zehirin seksen küp , boynun kırk kulaç!
Yoktur senin gibi yılan boynuzlu.
Mecburiyet "zorun", mesele "sorun";
Dedenin dilinden anlamaz torun.
Bölünsün mü yani dün ile yarın,
Tarihlere karşı gelen boynuzlu?
Boynuzlusun amma değilsin boğa.
Sence şuur "bilinç", tabiat "doğa".
Ağzından düşmüyor "emekçi ,ağa",
Milleti ikiye bölen boynuzlu.
Hostes "gök götürü konuksal avrat".
Hadi "tilcik" taze, kelime bayat...
Bu ne nane, bu ne turşu be gavat?
Var mı manasını bilen, boynuzlu?
İstiklal Marşı'na neden ötürü,
Bir "ulusal" soktun bir de "düttürü"?
Ve derken "bağımsız" eyledin hürü..
Her gün bir havadan çalan boynuzlu.
Şiirin devamını bulup okuyabilirsiniz.
Tabiat, şu üzerinde gezdiğimiz, yukardan ısı ve ışık aldığımız, içtiğimiz, yediğimiz, tattığımız, tuttuğumuz şeyler ise, sizin bu adına Doğa dediğimiz put, dişlerimizle çiğneyip sonra tuvalete boşalttığımız mıdır?
Dünyanın en güzel görüntülü, en yumuşak, en güzel kokulu çiçeğine Gül adını koyan ve bütün kelimelerinde incelik, sıcaklık, hoşluk, ahenk..bulunan Türk dili söylenişinin en kabası olan Doğa kelimesini iki bin yıllık tarihinde hiç kullanmamıştır.
Bu kelimeye benzer doğum, doğmak, doğurmak gibi kelimeler, kuşlardan Doğan kuşu ve bir de Boğa kelimesi sığırın bir gurubu için kullanılmış ama Doğa kelimesi hiç kullanılmamış.
İsterseniz bu kelimeyi en son olarak söyleyin, kabalığını anlayın ve bir daha kullanmamak üzere bırakıverin.
Damga, mühür, baskı, karakter, mizaç manalarına gelen TABEA kelimesinden türeyen Tabiat kelimesinin kendisinde mühür, damga, baskı manaları vardır. Yani Rabbimizin mührü, damgası vardır her bir zerrede ve her çiçek, her çocuk onun damgasını taşır.
Seksen iki milyonluk Müslüman nüfus içinde Doğa kelimesini kullanan bin insanımız varsa, dokuz yüz tanesi Doğa yürüyüşü yaptık, doğada gezindik, doğa fotoğrafları çektik, doğayla haşır-neşir olduk, doğada dinlendik, doğa manzaraları seyrettik
gibi cümleler kullanırlarsa cahillikleri mazeret olur ve günaha da inşallah girmezler ama bu kelimeyi bilinçli olarak kullanan yüz kişi, Allah katında sorumluluktan kurtulamazlar.