TÜRKBÜKÜNDEN TOROSLARA
1963 Şubat ayı. Gündüzlerin kısa, gecelerin uzun olduğu günler.
Ramazan orucunun açlık ve susuzluğunun fazla hissedilmediği ay.
Ben, bir ay boyu Bodrumun Türkbükü köyünde Ramazan hocalığı yaptım.
Bodrumdan Türkbüküne kadar yürüyerek gittim.
Tahminime göre köyde ev sayısı yüze varmazdı.
Bir ay boyu kendimi kendi köyümde hissettim.
Gurbetlik çekmedim.
Caminin odasında yattım kalktım ama sahur yemeğimi yalnız yemeyeyim diye soyadı Kaynar olan aile, küçük çocukları Rifatı bana göndererek evlerine çağırırlar ve sahuru ailecek beraber yerdik.
İftar sofralarında ise bir saf oluşturacak kadar cemaatle beraber olurduk.
Köyde elektrik olmadığı için gaz lambası, fener ve Lüks ışığında insanların gölgesinin dahi secdeye kapandığı cami ve evlerde uzun gecelerde uzun dini sohbetler yapardık.
Gencecik delikanlıların kolu veya bacağının sakat olması beni çok üzerdi.
Yaşlılardan da epeyce sakat insan vardı.
Önemli gelirlerinden biri sünger avcılığı yapmaktı.
Sünger avcılığı yapanların birçoğu deniz vurgunu olurlardı.
Bu günlerde Türkbükünde sünger avcılarının yerini sosyete avcısı magazinciler almış.
Vurgun yiyen süngercilerin evlerini ve yerlerini bazı vurguncular satın almış.
Köylü, çok pahalıya sattığını zannettiği yerlerinin parasını yine aynı vurgunculara kaptırmış.
Bol zeytinyağlı sebze yemekleri yerine pizza yerlermiş.
Zeytin ağaçlarının gölgesinde içki içerlermiş.
Toros dağlarının 2200 metre yükseğinde, salkım söğüdün gölgesinde, su kaynağının başında, meşe odununun kömüründe, keçi etinin cızbızını yerken benden yaşlı dostum: Hocam, buralar ne yaşanacak yerler değil mi? Şu havaya, suya, güneşe bak. Her şey doğal dedi.
O esnada yoldan geçmekte olan bir köylü, katırının arkasında yorgunluktan katırın kuyruğundan tutmuş bir yük gıdasını buğdayını götürüyor.
Köylünün yorgunluktan dermanı kesilmiş.
Tartsan elli kilo gelmez.
Yüzünün her atarfı kırış kırış.
Bir şu adama bak, bir de kendine bak dedim.
Padişah atı gibisin. İstanbulda kazanıp buralarda yemek iyi.
Sen de buraların çocuğuydun. Neden buraları terk ettin? deyince Çok haklısın hocam dedi.
Yokluk, yokluk, yokluk.
Birinci derecede yokluk para veya gıda yokluğu değil. Adam yokluğu.
Köylüye yol gösterecek, gencecik beyinleri keşfedecek, denizde ve karada vurgun yemeyecek insanlar yetiştirecek, bu dağlarda neyin nasıl yetiştirileceğini ve dünyanın öbür tarafına nasıl ulaştırılacağını anlatacak insan yokluğu bu dağları fakir insanlar mekanı yapmış.
Bak, bu günlerde denizden iki bin metre yükseklikteki tarlalara ekilen kirazlar, Türkiye pazarlarına uğramadan dalında satılıyor Avrupalı alıcılara.
Tarla aynı, köylü aynı ama üretim ve dağıtım ağı kurulunca, para borsasından kiraz borsasına kadar dünyanın neresinde bir hareket olduğu konusunda bilgilendiriliyorsa fakir köylü, zengin oluveriyor.
|
|
|