ANA SAYFA



KİTAPLARIM


    YÖNETİCİLERİN DİKKATİNE


    Deniz kenarında balık tutan adam, oltaya taktığı yemle balığı kendine çektiği gibi toprak da bize yemler veriyor ve bir gün kendine çekiveriyor.

    Dağlarda, ovalarda av avlayan insan bir gün geliyor kendisi de av oluyor.

    Servet avcılarının, şöhret avcılarının, oy avcılarının… bakış oklarından ve söz kurşunlarından kendisini kurtaramıyor.

    Kafeslediği kuşuna konuşma öğreten adam aslında kendisi de bir başkasının öğrettiklerini konuşmaktadır.

    İnsanın kafesi görünmez, kuşun kafesi görünür.

    Serada tatsız ve kokusuz sebze yetiştiren insan aynı zamanda kendisi de sera eğitiminden geçmektedir ve ilminin ne kokusu ne de tadı vardır.

    Sera sebzesi soğuğa ve sıcağa dayanamaz.

    Kafes kuşunu salıverseniz diğer kuşlar gibi uçamaz, yem bulamaz.

    Kendilerini besleyecek yem de bulamazlar da verilenle yemlenirler

    Sera eğitiminden geçen, papağan gibi öten insanlar da uluslar arası hava sahalarında uçamazlar, ilmin engin denizlerinde yüzemezler.

    Topuğunu geçmeyecek denizlerde yüzen bu insanlar, yanında yetişen insanlara çanta taşıtarak, öğrencilere hava atarak heveslerini alırlar.

    Kendilerine özgü güzel kokuları olmadığı için kötü kokuları çıkar bunların.

    Bazılarından güzel koku geliyorsa dikkat edin ona da sun’i/yapay sprey sıkılmıştır.

    Her insanın doğuştan getirdiği karakteri, parmak çizgisi, güzel kokusu vardır.

    Çocukken o kokuyu duyarsınız.

    Büyüdükçe o kokunun kaybolduğunu görmeye başlarsınız.

    Çünkü çocuğu kendinize benzetmeye başladınız.

    Yapay spreyler sıkmaya, yapay düşünceler öğretmeye başladık.

    Çiçek yetiştirirken onun kulağına düşmanını veya dostunu söylemezsiniz.

    O kendiliğinden bilir.

    Çocuğunuza söylediğiniz düşman veya dost, sizin hoşlanmadığınız veya hoşlandığınız insanlardırlar.

    Halbuki sizin hoşlanmadığınızdan o çocuk hoşlanabilir.

    Çiçeğin havasını ve suyunu verdiğiniz, ona tabii ortamını hazırlayınız yeterlidir.

    Hatta dünyayı yeşertmeye çalışan değerli uzmanların dediğine göre tabii ortamda yetişen ağaçla, insan ekimi olan ağaç denk değilmiş.

    Tabii olan hem güzel, hem dayanıklı, hem de kokulu olurmuş.

    İslam tahinin ilk üç asrında eğitim Meşk usulüyle imiş.

    Yani hoca ve öğrenciler diledikleri saatte, diledikleri yerde, diledikleri zamanda diledikleri dersleri verir ve alırlarmış.

    Dördüncü asrın başlarında devlet işe el atıp, sınıfa sıkıştırmaya, zamanla sınırlandırmaya, notla baskı uygulamaya başladığında o günün uleması ayaklanmış ve “İlim öldürülüyor” diye feryat etmişler.

    Günümüzde müzik eğitiminde “Meşk” usulünü kabul edenler, matematikte, fizikte, kimyada “Meşk”i kabul etmediklerinden dünya çapında ilim adamı yetiştiremiyorlar.

    Dünyaca ünlülerin hayatına baktığımızda resmi eğitiminin yanında filanın bürosunda, filanın atölyesinde, filanın evinde özel ve baş başa eğitim aldığını görüyoruz.

    Özgür bir ortamda zaman tasarrufunda bile özgür olan insanların dayatmalardan uzak bir eğitim alacağı günlerde gelir inşaalah.





    YÖNETİCİLERİN DİKKATİNE


    “Yönetici” deyince sağımıza solumuza bakıp sorumlu ve sorunlu bir adam aramaya gerek gerek yok.

    Önce kendimiz yöneticiyiz.

    Rabbimiz, “Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyunuz.” Buyurmuş. (Tahrim süresi ayet 6)

    Önce herkes kendi gönlündeki şirki “La ilahe” kelimesiyle temizleyecek, arkasından İllallah, Muhammedün Rasülüllah” kelimesiyle süsleyecek.

    Tenini haramdan, dilini yalandan koruyacak.

    Ayette “ailenizi ateşten koruyunuz” buyuruyor.

    Allahın emanet olan ciğerparelerimizin parmağına diken batmasına can dayanmazken iki dünyalarını cehennem çevirecek bir eğitimden geçirmeyelim.

    İsitkbalini düşünürken seksen yılla sınırlamayalım ve istikballerini hem bu dünyalarının cennet, hem ahretlerinin cennet olması için çalışalım.

    Sevgili peygamberimiz “hepiniz yöneticisiniz. Yönettiğinizden sorumlusunuz” dedikten sonra devlet başkanının, beyin, evin hanımının ve bir işte çalışanın da yönetici olduğunu yaptığı işi usulüne uygun yapması gerektiğini açıklıyor. (Buhar, Sahih, K. Cuma, Müslim, Sahih, K. İmarat, Ebudavud, Sünen, K.Harac ve imarat, Tirmizi sünen, K. Cihat)

    Siyasi liderlerin en fazla dikkat edecekleri şeyler: Makam, şehvet ve paradır.

    Mekkeli müşrikler, sevgili peygamberimize bu üçünü teklif edip peygamberlikten vazgeçmesini teklif etmişlerdi.

    Son günlerde en yaşlı siyasi liderin başını bir fuhuş iddiası yedi bitirdi.

    Bir Üniversite öğrencisi bana fetva soruyor: “sabahları minbüse giderken yolun kenarında vakıflara ait bir arsanın üzerine gölgem düşüyor. Vakıf mallarından bir toz bile olmaması gerekirmiş. Ben neyapayım?” diyor.

    Aslında bu hassasiyet devleti yönetenlerimizde olmalıdır.

    Pers İmparatorlarından Nuşirevan, av havanını kızartıp yerlerken tuzun olmadığını anlayınca köye tuz lamya gönderir ve tuzun parasını köylüye vermelerini emreder.

    Görevli memur “Azıcık şeyden ne zarar gelir” dediğinde Nuşirevan, “Zulmün temeli azıcıktı. Am her gelen onu büyüttü. Padişah bir elma alırsa, askerler ağacı kökünden sökerler, padişah beş yumurta alarak zulmü reva görürse, askerler bin tavuğa şiş geçirirler” der. (Sadi, Gülistan, 19 uncu hikaye.

    “Hocam, filan yetkiliyi ziyarete gittiğimde çay içerken çaydan fazlasını ter olarak atıyorum. Çünkü o çayda milyonların hakkı var değil mi?” diyor.

    Ben, yeni tanıdığım bu adamın hassasiyetine hayran oluyorum.

    O çıktıktan sonra arkadaşı, “İnanma. Deveyi hamuduyla götürüyor. Köşeyi fazla döndüğünden başı döndü, abuk subuk konuşmaya başladı” diyor.

    Hazreti Ömer’in Kudüse gelişinde namaz kılacağı vakit Patriğin Kamame/Kıyamet kilisesini gösterip “Burada kılabilirsiniz” dediğinde “ben burada namaz kılarsan benden sonra sizin elinizden burayı alırlar” demesi meşhurdur.

    Bakanlar, patronlar, şefler, müdürler, komutanlar, babalar, anneler, ağabeyler ablalar, bulunduğunuz yerin imkanlarını kötüye kullanmayın.







    Yard. Doç. Dr. Hüdai Şentürk tarafından edisyon kritiği yapılan ve Türk Tarih Kurumu tarafından basılan, Künh-ül Ahbar" isimli eserin Fatih dönemi bölümünde Şeyh Muslihiddin anlatılırken, tekkesin”in un ihtiyacı için değirmene buğday gönderdiğini, un öğütmeye gidenin çabuk geldiğini görünce “Neden çabuk geldin” dediğinde “Efendim değirmende sıra var ama sıradakiler, buğdayın size ait olduğunu öğrenince hepsi sıralarını size verdiler ve sıra beklemeden öğüttüm geldim” deyince o unu toprağa gömdüğünü “Bu unun bizim ailemize değil evimizi bekleyen köpeğimize bile yedirmek doğru değildir” dediğini nakleder.

    Lyan hava lanına geldiğimde uçuş kartı almak için sıradaen az elli kadar adam vardı. En arka sıraya durdum.

    Ön taraflardan beni tanıyan biri bağırdı “Hocam, gel buraya”

    Kafamla gelemeyeceğimi işaret ettim.

    Bu sefer o geldi ve valizimi taşımaya yöneldi.

    Ben valizimi vermedim ve öne geçmeyeceğimi, sıramı bekleyeceğimi söyledim.

    Zamanın velilerinden biri elbise almak için girdiği dükkanda elbiseyi satan adam, “Elliye ama size yirmi beş” dediğinde hemen dükkandan çıktığını ve “Biz, paramızla elbise almaya geldik, ilmimizle değil” dediğini anlatırlar.

    Asıl yöneticiler, ilim adamlarıdırlar.