YORGUNLUK VE
YORULMAK
20/09/2019/Cuma/Milligazete
Yorulmak,
bedenin fazla hareket etmesi nedeniyle dinlenme ihtiyacı hissetmesi anıdır.
Biz, ten ve
candan meydana geldiğimizden tenimiz yorulduğu gibi canımız da yorulur.
Uzun zamandır
tenini yoracak hiçbir şey yapmayan bir adamın “Yoruldum” demesi can kuşunun
yorulmasını anlatmaktadır.
Sekiz saat
ağır yük kaldırıp indiren bir hammal, beş dakikalığına şöyle serin bir gölgeye
oturuverse veya derin bir uykuya dalıverse zinde bir şekilde, hiç yorulmamış
gibi işe yeniden başlayabilir ama “Gönül yorgunu” insanları serin bir gölge ve
derin bir uyku onu tamamen dinlendiremez.
Tenin ve canın
yapılan işte elbirliği yapması yorgunluğu hafifletir.
Bunu kendi
hayatınızda görürsünüz.
Dört yaşındaki
çocuğunuzu alıp onun istemediği bir yere yürüyerek götürürseniz daha elli metre
yürümeden “Yoruldum” der ve götürenin kucağına almasını ister.
Çocuklar yalan
söylemezler. Onlar gerçekten yorulmuşturlar.
Gönülsüz
çıkılan yol, kısa zamanda yorar.
Ama aynı
çocuk, severek gittiği parkta oyuncakların arasında, çayırların üstünde
kilometrelerce yol alır ama yorulmaz.
Yorulduğunu
eve gelince hemen uyumasından anlarsınız.
73 yaşında
bana “Haydi Torosların tepesine yaya olarak çıkalım” dediklerinde yorulduğum
halde, severek çiçek fotoğrafı toplamaya, çıktığımızda, dağın çeşitli
yerlerinde öbek öbek biten çiçeklerin hepsini toplayalım diyerek farkına
varmadan 1925 rakımını görüveriyorsun ama yorulmuyorsun.
İslam’a aykırı
olmayan hangi işi yaparsanız yapın, onu severek yapın. Hem teninizin yorulmasını
azaltırsınız, hem gönül yorgunluğunuz değil, canınızda canlanma meydana gelir.
Savaş aleti
olarak atların kullanıldığı dönemlerde, her tarafın karla kaplı olduğu, atların
yiyeceği hiçbir şeyin bulunmadığı bir seferde, atlar dermansızlıktan adım atamaz
hale gelirler.
Kırbacın
etkisiz hale geldiği anda komutan, borazancı başına, karşı tepeye gitmesini ve
oradan her gün yem zamanında çaldığı yem
borusunu öttürmesini ister.
Borazancı
başı, boruyu öttürmeye başlayınca, atlarda bir kıpırdama ve sesin geldiği yöne
doğru son bir hamle meydana gelir.
Kupayı kapmak
için koşan atletin, koşarken gözünün önüne yalnız ve yalnız başarıyı koyarak,
alkışları duymadan, kupaya kilitlenirse onun canı, tenine katkıda bulunur ve
hedefe varmasını sağlar.
Mecnun da, Leyla’nın
hayaliyle çöllerde yalın ayak başı kabak bir ömür geçirdiği halde yorulmamış,
Leyla’sı yanına geldiğinde “Mevla, Mevla” dediğini dumuş.
Biz, geçici
olarak kaldığımız dünya koşumuzda hedefimize, Rabbimizin rahmetini ve cennetini
koyarsak, yol boyunca canımızı sıkacak sözler, tenimizi parçalayacak silahlar
bizi yolumuzdan alıkoyamadığı gibi yorulduğumuzu hissetmeyiz.
Rabbimiz buyurur:
لَا يَسْأَمُ الْإِنْسَانُ مِنْ دُعَاءِ
الْخَيْرِ وَإِنْ مَسَّهُ الشَّرُّ فَيَئُوسٌ قَنُوطٌ
“İnsan,
iyilik istemekten usanmaz (bıkmaz, üşenmez. Ona bir kötülük dokunursa hemen
karamsar ve ümitsiz olur.” (Fussılet süresi ayet 41/49)
Eba Eyyub el
Ensari’ (Allah ondan razı olsun) nin Medine’den İstanbul’a kadar atlı ve yaya
olarak gelmesinde onun en iyi etkili gücü imanıydı.